3.KISIM,6.BÖLÜM-FİRARİLER

158 120 0
                                    

Ohogus, Toras'a tabancaya dair her şeyi anlatmıştı. Şuanda işlerine yarayabilecek en önemli şeyi seneler öncesinden tamamen tesadüf olarak Löfer'den hediye almıştı Toras. Silahın marifetlerini dinledikten sonra içinden Löfer'i geçirerek: "Ben sana böylesine büyük bir yardımda bulunmamıştım arkadaşım. Beni mahcup ettin." deyip gülümsedi. Ohogus neye gülüyorsun diye sordu merakla. Toras: "Bu silahı ben bir iyilik karşısında kazandım. Ama bana bunu veren arkadaşım dahi yaptığı iyiliğin farkında değildi. Onu düşündüm bir an, o yüzden gülümsedim." Ohogus: "Zaten böyle bir hediyeyi vermek için insanın üç sebebi olabilir. Birincisi gerçekten çok iyi tanıdığı ve sevdiği birine verir ki bu genelde aile üyelerinden biridir. İkincisi silahın ne olduğuna dair bir bilgisi yoktur. Bu da senin ve arkadaşının durumuna bir örnek. Üçüncüsü ise..." der demez Toras araya girdi. "Üçüncü bir sebep ne olabilir ki? Olabilecek tüm ihtimalleri saydın Ohogus." dedi. İhtiyar adam kahkaha attı. "Hayır hepsini saymadım evlat. Üçüncü sebep ise bahsettiklerim dışında birine bunu karşılıksız veriyorsan aptalın kralısındır." İki kader arkadaşı da uzunca güldü bu sohbete. Aynı hapiste yer alalı daha yalnızca üç gün olmuştu. Ama sohbetleri gittikçe ısınıyor, aralarında senelerce yaş farkı olan bu iki adam her an birbirlerine daha çok bağlanıyordu.

Her gün onlara öğle ve akşam vakitlerinde bir korsan tarafından yemek getirilirdi. Dördüncü günün öğle vaktinde korsan tekrar geldi ve şunları söyledi: "Siz iki deli birbirinizle çok iyi anlaştınız galiba. Hey genç adam! Belki ihtiyar sana bahsetmiştir. Yerde gördüğün kemikler burada ölen mahkumlara ait. İhtiyar burada onlarca kişinin ölümüne şahit oldu. Seni de gömer bak demedi deme." dedi ve sinsi kahkahasını patlattı. Dişleri sapsarıydı. Konuşurken ağzından salya benzeri tükürükler çıkıyordu. Pejmürde bir hali vardı. Saçları toz topraktan birbirine öylesine girmişti ki adeta düğümlenip kalmıştı. Sakalları düzensiz ve karışıktı. Diğer korsanlarda olduğu gibi, o da kafesin yanına yaklaştığında günlerdir yıkanmadığı için iğrenç bir koku yayıyordu. Aslında korsanlar her zaman denizin ortasında yaşamazdı. Arada kıyıya çıkıp ihtiyaçlarını giderirlerdi. Ama bu ihtiyaçları arasında hiçbir zaman yıkanmak olmadı. Korsanların, sabunun gerekliliğini dahi kavrayabildiklerinden Malyen'deki birçok insanın şüphesi vardı. Onların yıkanma anlayışı ayda bir kere gemiden denize atlayıp kıyafetleriyle ıslandıktan sonra tekrar gemiye çıkmaktı. Toras ise bu durumdan oldukça rahatsız olmuştu. O ve ailesi böyle pislik içinde değil, en güzel kokuların olduğu mekanlarda yaşar ve yine harika kıyafetlerle göz kamaştırırlardı. Toras'ta yolculuğu boyunca haftada bir kere, önüne çıkan ilk su kenarında çantasında sakladığı güzel kokulu sabunuyla birlikte yıkanırdı ve bunu aksatmazdı. Şimdi ise etraftaki iğrenç kokulara alışmaya çalışıyordu.

Korsanın kahkahası bitince Toras yavaşça ayağa kalktı ve kafesteki parmaklıklara yaklaşarak adamın kulağına bir şeyler fısıldadı. Bunun üzerine adam elindeki demir çubukla Toras'ın parmaklığı kavramış olan eline sertçe vurdu. Canı çok yanmıştı. Kendini acı içinde yere attı. Korsan: "Oh olsun sana. Bir dahaki sefere benimle böyle konuşmazsın belki. Ve aklını başına alasın. İkinizin de buradan çıkışı yok pis sefiller." dedi.

Ohogus hemen arkadaşının yanına gidip parmaklarına baktı. Toras parmaklarını oynatabiliyordu, yani kırılmamıştı. Sadece ezilmeden dolayı hafif bir morluk vardı üzerlerinde.

"Ne dedin de korsanı bu kadar sinirlendirdin evlat? Sen unutuyorsun galiba biz mahkumuz onlar ise bizim her ne kadar istemesek de efendilerimiz. Bize yemek vermeseler ölüp gideriz. En azından planımızı uygulayana kadar uslu dur." dedi Ohogus. Toras'ın parmaklarındaki acı yüzünden okunuyordu. Şiddetlendiğinde gözlerini kırpıp dişlerini sıkıyordu. Biraz sonra acısı hafifledi ve Ohogus'a cevap verdi: "Ben kimsenin mahkumu veya esiri olmadım ömrümde ihtiyar. Eğer beynine pranga vuramıyorlar ise ki bunu başaramazlar, sen daima özgürsündür. Bizi buraya atsalar ne yazar, zincire vursalar ne yazar. Hiçbirinden korkum yok benim. Ben Aryon'un en büyük oğluyum. Bize gözümüzün gördüğü mahlukatlardan hiçbirisine karşı korkmamamız öğretildi. Ha belki merak ediyorsun korsana ne dediğimi. Ona dedim ki kimin daha önce öleceği belli olmaz. O yüzden bu kadar delirdi." Ohogus tebessüm etti. "Ah benim deli oğlum. Asıl o değil sen delisin sen. Anladık ailenizin cesareti en sert kışa bile dayanan çınarlar gibi. Seninde kanın kaynıyor. Güzel ailene tekrardan kavuşmak istiyorsun. Ama sabret işte. Kendini öldürmeden şu planımızı yapabilelim. Aksi takdirde ben bunu yalnız başıma başaramam."

Toras, Ohogus'a hak verdi. Öfkesini biraz daha dizginleyecekti. Mahkumiyetin onuncu günü sabah saatlerinde yemeklerini getirmek üzere gelen korsan yine her zaman ki gibi Ohogus'u aşağılayıcı sözlerini sarf ediyor bir yandan da kötülük hissiyatı ile kahkaha atıyordu. Toras yavaşça beline uzandı ve silahı çıkardı. İlk defa kullanacak birisine göre oldukça cesur bir şekilde tetiğe bastı. Büyük bir patlama ile adam karşısında kanlar içinde yere yığılmıştı. Toras korktu önce. Korkunun ne olduğuyla tanıştı belki de. Ömründe böyle bir şey ile ilk defa karşılaşmıştı. Ohogus plan gereği Toras'a korkmamasını telkin ediyordu.

Bu büyük gürültüyü duyan korsanlar hemen mahkumların bulunduğu kafese koştular. Kanlar içinde yerde yatan adamı görünce şaşkınlıktan hepsi donup kalmıştı. Toras bir anda silahı onlara doğrultup: ''Bizi çabuk serbest bırakmazsanız, sonunuz yerde yatan adam gibi olacak.'' dedi. Korsanlar olanlara anlam vermeye çalışıyordu. Bu ufacık alet bir insanı bu hale mi getirmişti gerçekten? Hem de etrafında hiçbir kesici özelliği de yoktu.

Korsanlar bu şaşkınlık uykusundayken Toras silahı tekrar ateşledi. Artık bu aletin neler yapabileceğine herkes şahit olmuştu. Bir korsan korku halinde, usulca yerde yatan gardiyanın cebinden anahtarları aldı ve kafesin kapısını açtı. Toras, Ohogus'un koluna girerek yavaş adımlarla kafesten çıkmaya başladı. Bir yandan da silahı korsanlara doğru çevirerek tehditvari bir tavırla onları yanlarına yaklaşmamaları konusunda uyarıyordu. Korsanların lideri öne çıkarak Toras'a seslendi. ''Bak delikanlı. Elindeki şeyin ne olduğuna dair hiçbir fikrim yok. Ama bu kadar adamız gemide. Eminim ki elindeki şey hepimizi öldürmeye yetecek güçte değil.'' Toras karşısındaki akıllı korsanın sözleri üzerine tedirgin olmuştu. Geminin kenarına kadar yaklaştı mahkumlar. Toras, Ohogus'un kulağına eğilerek fısıldadı.

''Yüzebilecek misin?'' Ohogus cevap verdi. ''Tek şansım bu. Eğer atlayamazsam bu gemide zaten esaret altında ölüp gideceğim. En azından özgür biri olarak ölmüş olurum.''

Korsanlar gözlerini Toras'ın eline dikmişlerdi. Yavaş yavaş mahkumların üzerine yürümeye başladılar. Köşeye sıkışan Toras ve Ohogus tek çare olarak denize atladı. Deniz dalgalıydı ve yüzmek zordu. İki mahkum dakikalar sonra gözden kayboldular. Korsanlar ise herhangi bir arayış içinde bulunmadan yollarına devam ettiler.

Sabah olduğunda güneş etrafı kızdırır bir vaziyet almıştı. Kıyıya vuran Toras gözlerini yavaşça açtı. Bitkin ve tükenmiş vaziyetteydi. Bir anda fırladı yerinden ve: ''Ohogus, Ohogus!'' diye bağırmaya başladı. Sahili, boylu boyunca aradı. Ama Ohogus'a dair hiçbir şey yoktu. Çaresiz halde aramaktan vazgeçti. Şimdi ise önemli bir sorunla karşı karşıyaydı. Nerede olduğuna dair hiçbir bilgisi yoktu.

ON HANEDANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin