Her sene 5 Mart'ta toplanan Yüksek Konsey, 1220 yılında tekrar bir araya gelmişti. Haberler endişe vericiydi. Dalk'taki warglar temizlenmiş yerlerine ise Ekselon askerleri gelmişti. Uzun süredir orada bulunan Ekselon askerleri, bölgeye başka hiçbir askeri sokmuyordu. Kuzeydeki Güven Toprakları'nda uzun zamandır Ekselon hakimiyeti vardı. Binlerce warg ise Harpat iç kalesinin sınır kapısında ve çevre köylerdeki direnişler sonucunda öldürülmüştü. Geriye kalan warglar, Zoki Düzlüğü'ne geri dönmek mecburiyetinde kalmıştı. Zaten onlar üzerilerine düşen görevi yapmışlardı. Sayelerinde Ursula, Güven Toprakları'nda ve Dalk'ın büyük bir bölümünde hak iddia eder olmuştu.
Artık Ekselon ve Andoritler sınır komşusuydu. Fakat Ursula daha vaktinin gelmediğini düşünecek olsa gerek ki askerlerine kesin bir talimatla sınıra yaklaşılmaması gerektiğini bildirmişti. Ursula akıllı bir kraldı. Yaptığı plan neticesinde doğu halklarının en güçlü halkası olan Triyanon hanedanını dize getirmişti. Bu bile çok kısa sürede elde edilmiş önemli bir başarıydı. Bir yenisi için acele etmeyecekti. Fakat son zamanlarda beklemediği bir şey oldu Ursula'nın. Çok güvendiği ve Otonas'taki tüm askerlerin başına getirdiği Nauselom, Kara Şövalyelerin komutanlığını bırakmış ve Quatra'ya geri dönmüştü.
Nauselom, daima daha fazlasını isteyen ve az ile yetinemeyen biriydi. O asla ömrünün sonuna kadar başkasının buyruğu altında savaşmayı kabullenemezdi. Küçüklükten beri asker olarak yetiştirilmişti. Her turnuvasını veya gösterisini yüzlerce insan izlemeye gelirdi. Malyen'deki birçok çocuğun hayalinde Nauselom gibi bir asker olmak vardı. Bunca ün ve şöhret, onda önüne geçilemez bir taht hırsına yol açmıştı. Ursula Güven Toprakları ve Dalk'ın kontrolünü ele geçirmek için çalıştığı vakitlerde Nauselom yandaş toplayıp ülkeden kaçma planları yapmıştı. Karadan ilerleyemezdi Nauselom, bunu biliyordu. Çünkü doğu tarafında her yer kralın casuslarıyla doluydu. Ayrıca bunun için Washen Kapısına kadar gitmeliydi ama bu çok zaman alırdı. Orada bulunan arazinin zorlukları da cabası. Bu yüzden farklı bir yöntem deneyecekti. Bir gece ansızın askerleriyle birlikte Otonas'ın batıdaki liman kenti Dorteron'a doğru atlarını sürmeye başladılar. Limana ulaştıklarında daha önceden yapılan plan üzere gemiler ve kaptanlar hazırdı. Birlikte gemilere dolup Hasem Düzlüğü'ne kadar yol aldılar. Oradan kara ile iki hafta ilerledikten sonra tekrar gemilere binip Sadiser Denizi üzerinden Quatra'ya ulaştılar. Nauselom, oraya gittiğinde halk tarafından çok iyi ağırlanmıştı. Kısa süre içinde niyetini büyük bir kesime duyurdu ve etrafında insanlar oluk oluk birleşmeye başladı. Destekçileri sayesinde Quatra'nın kralı Opelya Hazor'u tahttan indirmiş ve daha o gün ailesi ile birlikte onu idam ettirmişti. Opelya'nın ailesinin suçu olmadığını düşünen elbette bir sürü Hazorlu vardı. Ama bunlar yaşanırken kimse gıkını dahi çıkaramadı.
Quatra'nın büyük kısmı Nauselom'a biat etmişti. Zaten Hazorlar için kralın karakteristik özelliklerinin hiçbir önemi yoktu. Güçlü olsun yeterdi ki Nauselom buna yeterince sahipti. Uzak denizdeki bu ülkede yaşanan gelişmeler kısa süre içinde Malyen'in her tarafına yayıldı. Triyanonlar durumdan hiç memnun değildi. Krallarını öldüren kişi, şuan onların yoğun ticaret yaptıkları bir ülkenin başına geçmişti. Ursula ise Nauselom gibi bir komutanı kaybettikten sonra adımlarını daha dikkatli atıyordu. Ama bu Nauselom'un temkini elden bırakacağı anlamına gelmiyordu elbette. Senelerce hizmet ettiği bir kralı yüz üstü bırakmıştı. Ve biliyordu ki Ursula'nın öfkesi çok güçlü olacaktı. Washen Kapısı ile Quatra arasında savaşın önünde engel olarak duran yalnızca Sadiser Denizi vardı. Ve Nauselom yine biliyordu ki Ekselonlar hala Malyen'deki en güçlü insan hanedanı idi. Şu anlık Sadiser'de Quatra'yı kuşatacak kadar büyük bir donanmaya Ursula sahip değilse de, bu olamayacağı anlamına gelmiyordu.
Son zamanlarda Tulkas, konseyden geldiğinde ilk önce oğlu olarak gördüğü Moras'ı bilgilendirirdi. O da artık büyümüş 18 yaşında bir delikanlı olmuştu. Küçük yaşlarında bile dahice konuşmalarıyla ve duruşuyla insanları kendine hayran bıraktıran Moras, artık herkesin parmakla gösterdiği örnek bir kişiydi. Babası Aryon Triyanon'un bakışları vardı gözlerinde. Daha yanına yaklaşmadan bile insanlar onun soylu birisi olduğunu anlardı. Boyu da artık çok kısa değildi. Her ne kadar dedesi Angon'a bu konuda rakip olamayacak olsa da savaşta kullandığı teknikler ile boyun dezavantajlarını bertaraf edebiliyordu. Her sabah kaleden en temiz ve ışıltılı kıyafetleriyle çıkıp halkın arasına karışır onlarla sohbet ederdi. Özellikle yaşlılar ile bir araya gelip onların hikaye ve nasihatlerine kulak verirdi. Köylü halkın üstü başı çamur içinde olan küçük çocuklarını, üzerindeki tertemiz kıyafetlerine aldırmadan omuzlarına çıkarırdı. Herkes hayran gözlerle ona bakıyordu. Sanki saraylarda yetişmiş, iyi yemekler yemiş ve tüm imkanlara sahip genç o değildi. Zaten bu mütevazı yapısı adeta insanları ona mıknatıs gibi çekiyordu. Harpat'taki her köyde sevgi seli ile karşılanırdı. İnsanların sorunlarını dinler ve bunları her gün yanında getirdiği parşömenlere yazardı. Akşam olunca ise bu parşömenleri Tulkas'a okurdu. Andorit kralı da Moras'ı seneler öncesinden yanına alarak ne kadar doğru bir iş yaptığını her daim hatırlardı.
Bunun dışında Moras kendini farklı yönlerde de geliştirmişti. Harpat kale muhafızlarının en seçkin olanları ile birlikte korkusuz bir askere dönüşmüştü. Onların yanında savaş stratejileri ve bürokrasiyi de öğrenmişti. Ama içindeki vatan özlemi hala doruktaydı. Tam 6 sene kolay değil. Evinden uzak geçen bir 6 sene. Vatanı ise işgalci Ekselonların elindeydi.
10 Ocak 1221'de Moras, zar zor aldığı bir kararın dile dökülmesi gerektiğini düşündü. Söyleyeceklerini aklında kurmuştu. Konuşması gerekliydi ve bu konuşmanın sonunda gitmeyi düşünüyordu. Her şey hazırdı. Yine dimdik bir şekilde girdi kralın odasına. Tıpkı seneler önce küçük bir çocukken yaptığı gibi. Heyecanlı bir ses tonuyla hitap etti Tulkas'a: ''Tulkas amca. Senelerdir bana babam gibi davrandın. Hakkını hiçbir zaman ödeyemem. Ama ben gitmeliyim. Tabii izninle." Tulkas bu sözlere çok şaşırmıştı.
''Nereye gideceksin Moras. Malyen'deki olaylardan bihaber misin? Artık yeryüzünün, Aryon'un oğlu için ne kadar tehlikeli olduğunun farkında değil misin?''
''Her şeyin farkındayım Tulkas amca. Fakat gitmek zorundayım. Ben ömrümü Ekselonlardan saklanarak geçiremem. Bu bana ve soylu hanedanımıza yakışmayacak bir davranış. Geniş Düzlük'e gideceğim. Orada bir turnuva var. Kendimi ispat etmek istiyorum. Hem turnuvayı Nauselom'da izlemeye geliyormuş. Eğer onla karşılaşırsam belki öcümü alma fırsatım olur.'' Tulkas tedirgindi.
''Oğlum Nauselom'un ne kadar tehlikeli olduğunu bilmiyor musun? Tamam, seni bu kalede en seçkin askerlerim tarafından eğitmiş olabilirim. Ama unutma ki bir kılıç dövüşünde eğitimden de önemli bir şey vardır ki o da tecrübedir. Nauselom'un savaş tecrübesi seni aşar." Moras gülümsedi.
''Ben elimden geleni yapacağım. Ve emin ol ki Tulkas amca eğer onunla karşılaşırsam kolay pes etmeyeceğim. Öldürdüğü Aryon Triyanon'un, oğluna hesap verecek. Yarın sabah yola çıkacağım. Tekrardan her şey için teşekkür ederim. Hem kendim, hem de kapınızı açtığınız her bir Triyanon için. Bu saatten sonra Triyanon ve Andoritlerin her daim dost birer hanedan kalması dileklerimle.''
Dipnotlar
Yüksek Konsey: Her sene 5 Mart'ta, Malyen'de yaşayan insan krallarının Otonas'ta toplanıp yine Malyen'in geleceği ile ilgili karar aldıkları toplantı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ON HANEDAN
FantasíaON HANEDAN On Hanedan, bir Türk fantastik kurgu romanı. Yerli yazarlarımızın ısrarla uzak durduğu bu tür, aslında okuyucuyu daima diğerlerine göre daha çok cezbetmiş ve merak uyandırmıştır. Kitap uyarlaması fantastik filmlerin aldığı ilgi ve teveccü...