Otonas'taki tüm şehirlerde kırmızı alarm verilmişti. Kasdron kalesindeki muhafız sayıları arttırılmış ve sınırdaki şehirlere takviye birlikler gönderilmişti. Ursula savaşla ilgili gelişmeleri yakından takip etmekle birlikte daha çok iç meseleler ile ilgili konularla meşgul oluyordu. Askeri yönetimden Orfos sorumluydu. Bunun yanında doğudaki haberler hiçte Ursula'nın istediği gibi değildi. Aylardır ilerleyen Triyanon ve Boselyon birlikleri Ceks Çayırlığı'nda önemli yol kat etmişlerdi. Güney cephesinde ise doğu halkları Washen Kapısı'nı aşamamıştı. Ama bunun sebebi, kapının çok ileri seviye dayanıklı olması değildi. Mesela yurakların zatpas kapısından daha güçsüzdü Washen. Başarısızlığın sebebi Andoritlerin kapıyı kıracak yeterlilikte ağır mühimmat getirmemesiydi.
Güney cephesinde ilerleme katedilemediği haberi derhal doğu cephesi komutanı Löfer'e iletilmişti. Löfer haberi alınca ordusuyla daha fazla ileri gitmeme kararı aldı. Ama bu kararı almak elbette çok zor oldu. Küplere binmişti Triyanonlu komutan. Aylardır ilmek ilmek dokunan planını durdurmak zorunda kalmıştı. Daha fazla ilerleyemezdi çünkü tek başına devam etmeye kalkarsa, ordusu daha Otonas'ın en doğudaki şehri Talidron'u geçemeden yok olabilirdi. Bu yüzden güney ordusunu bekleme kararı aldı. Böylece Otonas'a aynı anda saldıracaklar ve kişi başına düşen düşman sayısını azaltacaklardı.
İlk başta bu fikirde değildi aslında Löfer. Onun gözü dönmüştü bir kere. Olduğu yerde beklemek zor geliyordu. Hareket etmeliydi, durmamalıydı. Kasdron'un önüne gelene kadar rahat yoktu ona. Güneyden haber geldiğinde çadırında dinleniyordu. Elçinin geldiği söylendiğinde: "Alın içeri." diye gür bir edayla bağırdı. Savaşların getirdiği yorgunluk günden güne tüm askerlerin olduğu gibi Löfer'in de sinirlerini yıpratmaktaydı. Bazen komutanlar stresin getirdiği öfkeyle, emri altındaki askerlere sert davranabiliyordu. Löfer gördüğü kadarıyla bu davranışları önlemeye çalıştı. Ne de olsa o Moras'ın yolundan gidiyordu. Moras, en zor zamanlarda bile sinirlerine hakim olabilen ve asla karakterinden ödün vermeyen biriydi. Hem de genç yaşlarına rağmen. Löfer için ise ipin ucu arada kaçmıyor değildi. Bazen askerlerin şımarık tavırlarına kızıp bizzat kendisi yanlarına kadar gelerek fırçayı basıp gidiyordu. Sadece sözlü ikazdı elbette. Askerlere diğer arkadaşlarının yanında fiziki şiddet uygulamak, onun onurunu kırmaktan başka işe yaramazdı. Aynı zamanda zafere duydukları inancı da zedelerdi. Bunun dışında savaşların askerler üzerindeki bir diğer olumsuz etkisi ise onları yüksek sesle konuşmaya mecbur bırakmasıydı. Savaş esnasında askerler iletişim kurabilmek için sürekli birbirlerine bağırmak zorunda kalıyordu. Bu alışkanlık, savaş bitse bile normal zamanlarda etkisini belli bir süre gösterirdi. Malyen'de bazı savaşlarda kulak çevresinde oluşan yüksek sesten ötürü duyu yetisini geçici olarak kaybeden insanlara rastlamak pekala mümkündür.
İçeri ağır adımlarla girdi Andoritli elçi. Morali bozuktu, her halinden belliydi. Anlaşılan haberler kötüydü. Kıyafeti pejmürdeydi. Susamıştı. Uzun yol boyunca arkasına bakmadan günlerce at sürmüştü. Löfer'in hiddetli halini de görünce telaşı ikiye katlandı. "Dilini mi yuttun be adam! Konuşsana artık. Bunca yolu suspus olmak için mi geldin?" diye haykırdı Löfer. Sonra durdu ve askerin durumunu fark etti. Tonunu azalttı ve daha sakin bir hale büründü. O aslında sert mizaçlı birisi değildi. Merhametsizlik onun hamurunda yoktu. Yanında bulunan yaverine: "Gidin çabuk bu askere su getirin. Adamın dili damağı kurumuş görmüyor musunuz? Hadi acele edin!" dedi. Yaver su getirmek için hızla dışarı fırladı. Bir kaç saniye sonra ise elçi, yorgunluğa daha fazla dayanamayıp dizlerinin üstüne çöktü. Löfer ani hareketle elçiyi omzundan yakaladı. "Tamam sorun değil. Dinlen biraz. Uzun yoldan geldin." dedi. Derince soluklandı elçi. Az sonra yaver elinde büyükçe bir su kabıyla geldi. Onu Andoritli elçiye uzattı. Elçi hızla suyu kafaya dikti. Doyduktan sonra koluyla ağzını temizledi ve konuşmaya başladı: "Büyük komutan Löfer. Size kötü haberlerim var maalesef. Güney hattında planladığımız yere ulaşamadık. Washen Kapısı bizi çok zorladı. Günlerce uğraşmamıza rağmen yıkmayı başaramadık. Bu gidişle de yıkılmayacak gibi duruyor. Çünkü elimizde kapıyı yıkacak derecede mühimmat yok." Löfer elçinin sözlerini dinlerken bile çok hiddetlenmişti. "Nasıl olur bu? Otonas harekatını biz aylar öncesinden planladık. Nasıl kapıyı yıkacak güçte mühimmat getirmezsiniz Washen'e? Söyle ha söyle! Sizin başınızdaki komutanlar taktik ve stratejiden bu kadar mı bihaber. Ne işe yarıyorlar acaba o kadar merak ediyorum ki!"
Elçi: "Komutan..." der demez yaverin gözleriyle onu uyardığını fark etti. Löfer arkasında olan elçiye hızla döndü. Elini sertçe yumruk yaptı ve elçinin yanağında bekletmeye başladı. Elçi mahzun şekilde boynunu büktü. Löfer sonra elini çözüp çadırı terk etti. Orada bulunması, ona istemediği şeyleri yaptıracaktı çünkü. Ardından ok gibi fırladı yaveri. Dışarı çıkıp Löfer'in yanına gitti. "Komutanım kararınız nedir?" diye sordu. Löfer: "Beklemeyeceğim. Ne olursa olsun artık. Bunca yolu geldik. Güneyden gelen onlarca aptal komutan yüzünden intikamımı bekletemem. Yarın erken kalkıp ilerlemeye devam edeceğiz." Yaver, Löfer'in gözlerindeki kini çok net görebiliyordu. "Naçizane fikrimi sorarsanız bir şey söylemek isterim." dedi yaver ve Löfer buna onay verdi. "Komutanım içinizdeki kini en iyi hisseden askerlerinizdenim. Kilometrelerce yolu sizin yanınızda geldim. Ama zaman kine yenilme zamanı değil. Siz eğer şimdi devam ederseniz intikamınız uğruna gencecik doğulu askerlerimiz, hayatlarının baharında amaçlarına ulaşamadan, beyhude şekilde toprağa girecek. Lütfen! Bunu bir kez daha düşünün." dedi ve oradan uzaklaştı. Dakikalar sonra Löfer sakinleşti ve mantıklı olanın beklemek olduğuna kanaat getirdi.
Doğu halklarının içinde bunlar yaşanırken Otonas'ta Orfos, telaşla kral makamının kapısı önüne kadar çıkageldi. Tüm ülkenin askeri hareketlerinden o sorumluydu. Görevli asker Ursula'ya ''Efendim, komutan Orfos geldi. Huzurunuza gelmek için izin bekliyor.'' dedi. Ursula heyecanlı bir sesle: ''Hemen gelsin!'' diye karşılık verdi. Kapılar açıldı ve Orfos içeri girdi. Kralı selamladıktan sonra: ''Efendim bahsettiğiniz askeri önlemleri aldık.'' dedi. Ursula neler yapıldığını anlatmasını istedi Orfos'tan. O da konuşmaya başladı: ''Uzun Vadi'nin ötesinden istediğiniz kadar savaş makinesini getirdik ve yabanilerin savaş esnasında bizlere problem olmaması için vadinin girişine üç yüz kadar asker yerleştirdim. Oradan geçmelerinin imkanı yok. Batıdaki sınır şehirleri Dorteron, Mafyeron ve Fekisron kaleleri güçlendirildi. Belin Denizi'nden gelebilecek donanmalara karşı denize çelik zincir çekildi. O taraftan gelmeleri her ne kadar zayıf ihtimal de olsa işimizi şansa bırakmak istemedim efendim.''
Aferin Orfos seni bu yüzden komutanım yaptım, dedi Ursula. ''Peki başka?'' diye sordu kral. Orfos anlatmaya devam etti.
''Efendim güney cephesi komutanlığına Averreos'u atadım. Şu anda yanına aldığı yirmi kara şövalye ile birlikte Titanus'un Vonni kentinde beklemekte. Washen'de doğabilecek olumsuz bir durumda bizzat müdahale edecek. Doğudaki Talidron kalemiz ise beş yüz kadar balista ile geçilmez hale getirildi. Ve son olarak en olumsuz durum içinde önlem aldık. Kalenizin arkasındaki uzun mahzenden işgal durumunda kaçmanızın zor olacağı düşüncesi ile sizler için yeni bir gizli geçit yaptırmaya başladım efendim. İki aya kadar hazır hale gelir.''
Ursula rapordan haylice memnun kalmıştı. Orfos her durumu göz önünde bulundurmuştu. Artık Otonas her haliyle savaşa hazırdı. ''Gelin bakalım doğu halkları. Kalelerimin önünde birer buğday tanesi gibi savrulacaksınız.'' dedi Ursula.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ON HANEDAN
FantasíaON HANEDAN On Hanedan, bir Türk fantastik kurgu romanı. Yerli yazarlarımızın ısrarla uzak durduğu bu tür, aslında okuyucuyu daima diğerlerine göre daha çok cezbetmiş ve merak uyandırmıştır. Kitap uyarlaması fantastik filmlerin aldığı ilgi ve teveccü...