52.Bölüm

12.9K 416 14
                                    

"Eylül, hadi kalk tatlım. Herkes çoktan indi bile." Çocukluğumdan beri uykumun hep ağır olması bir yana kimsenin sesine aldırış etmeden uyurdum. Ama işittiğim ses, kalbimin tek sahibinden çıkınca üstelemedim, üsteleyemedim.

"Tamam, uyandım." Yaklaşık on saattir uyumam tuhaf bir şekilde komik gelse de fazla kafama takmamaya karar verip arabadan indim.

Kalacağımız eve göz atınca bir an kendimden geçtiğimi itiraf etmeliyim doğrusu. Blok şekilde oluşan yaklaşık bir düzine aynı görünümlü ev vardı ve bizimkisi en batıda kalıyordu. Beyaz ve bebek mavisinden oluşuyordu ve ahşap kapı-pencerelere sahipti. Antalya'da ki tüm evler gibi açık renk olması içimi huzurla doldurmuştu.

"Burayı beğendim." Hafifçe mırıldandım. Elini, omzuma atan Mert'e sırıtarak bakmadan da edemedim. Bir insana gülümsemek anca bu kadar yakışırdı. "Beğenmene sevindim." Çenemi hafifçe yukarı kaldırdım ve yanağına minik bir öpücük kondurdum. "Kim seçti bakalım burayı?" Tek kaşımı kaldırdım. "Sence kim bu kadar zevkli olabilir Eylül'üm?" Derin bir nefes aldım. Sahiplenme eki? İyelik eki olan hani... Eylül'üm derken?

"Şey aslında İlker. En zevkliniz o gibi." Surat ifadesini bozmadan gözlerime bakmayı sürdürdü. Eğer bu şekilde bakmaya ve belimi tutmaya devam ederse her an kalp krizinden ölebilirdim.

"İlker en zevklimiz olsaydı, seni bana kaptırmazdı Eylül'üm" Gülümsedim. Diyecek bir şey yoktu. "Hadi içeri girelim yoksa en salak oda bize kalacak da haberimiz yok." Bize? Sevgili gibi bir kavram altında çift olduğumuz doğru ama aynı odada kalmak da nereden çıkmıştı şimdi? "Mert... Ben Eda'yla aynı odada kalsam daha iyi olur aslında." "Hmm peki Eda seninle kalmak istemezse? Sonuçta yakın bir zamanda Ozan'la evlenecekler öyle değil mi?" Tek kaşımı kaldırdım.

"Neyi ima etmeye çalışıyorsun bakalım sen?" Sözlerim üzerine kahkaha atmaya başlayınca suratımı astım. Gözlerimi de olabildiği kadar kıstıktan sonra evin merdivenlerini sinirden baruta dönmüş bir şekilde çıkmaya başladım. İhale yine bana kalmıştı.

"Hey tamam tamam gülmüyorum. Eylül beklesene!!" Arkamdan koştuğunu anlamam uzun sürmemişti. Ayak tabanları mermer zemine hızlı hızlı çarpıyordu.

Kolumdan hızlıca çekip kendisine çevirince, gülmemek için zor durduğumu itiraf etmeliyim doğrusu. "Ne?! Ne istiyorsun?" Muzip bir şekilde gülümserken ellerini -tekrardan- belime sardı ve çenesini kafama koydu. "Hmm... Asıl sen ne istiyorsun bakalım?" Sinirle gözlerimi yumdum. "Ne isteyebilirim Mert?! Hayır yani ne olabilir ki?! Ben senden n-" Sözlerimi yarıda kesen şey, Mert'in -muhteşem ötesi, şahane ve harikalar ötesi- dudaklarıydı.

Kendimi onda kaybederken gözlerimi hiç açmamak umuduyla kapatmak, bu sahneyi durdurup binlerce kez başa sarmak istedim. Sevdiğim adamın dudaklarına hapsolmuş bir mahkumken ilk defa bir soylu gibi hissettim. Onca elmas arasından bir inci, onca kişi arasından sadece onu istedim...

Sadece bana sahip olmasını,

Sadece ona sahip olmayı istedim.

"William Shakespeare der ki; İnsan sevmeye başladı mı, yaşamaya da başlar. Ben, seninle yaşamaya başladım. Seninle ölmeye de hazırım Eylül'üm. Bu ruh, bedenimi terketse de bu kalp senden vazgeçmeyecek. Hiçbir zaman."

Dudaklarımda ki yoksunluğu dolduran, doyuran dudakları benden ayrılmıştı belki ama kulaklarım, kadife sesinde ki saf pürüzsüz duygularını işitebiliyordu. Sevgiyle mırıldanmaları bile bir senfoniydi kalbim için ve her aşk kelimesi bir ritim...

"Ve ben de söz veriyorum ki, bu kalp senden asla vazgeçmeyecek."

--

Zoraki AŞKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin