48. BÖLÜM

5.3K 263 92
                                    

Merhaba güzel kalpli okurlarım👋😍

Bölüme geçmeden önce küçük bir şey diyeyim; Ömer'i Nefes'e güvenmiyor, inanmıyor diye salak buluyor olabilirsiniz ama o kuzeni Sevim'in psikolojik hasta olduğunu bildiği için bu hareketlerini normal karşılıyor. Yani Nefes'e güvenmiyor, onu sevmiyor diye düşünmeyin. Elbette ki Nefes'e hak veriyor ama Sevim'in hastalığına veriyor bu durumu. İlerleyen bölümlerde Ömer'in ağzından yazdığım zaman daha iyi anlayacaksınız anlatmak istediğimi🙏

Keyifli Okumalar...🌸💙

Asya'dan;

Aile...

Anne, baba ve çocuklardan oluşan sıcak bir yuva. Bir ev... İçinde sevginin, şefkatin, merhametin bol olduğu bir ev. Hastalandığında senin yaşadığın acının 2 mislini yaşayan bir anne. Senin saçının teline zarar gelse dünyayı yakacak bir baba. Seni erkek arkadaşlarından kıskanan, hep onu daha çok sevmeni isteyen bir abi...

Bir annem vardı benim. Sarı saçları doğal, parlak, kiraz çiçeği kokan. Gözleri orman misali yemyeşil. Geceleri uyumadan önce mutlaka süt ısıtıp bana içiren, saçlarımı okşayan, dertleştiğim, sırdaşım bir annem vardı.

Bir babam vardı benim. Gözleri gökyüzü, kalbi merhametli, gülüşü sıcacık... Göz yaşlarıma dayanamayan, kırılgan bir eşyaymışım gibi tüy gibi dokunuşlarla beni sarıp sarmalayan bir babam vardı.

Bir de abim vardı... Ne olursa olsun yanımda olup verdiğim her türlü kararlarda bana destek olan, komşumuzun bahçesinden aşırdığımız erikleri paylaştığım, suç ortağım, kahramanım, her şeyim...

Bugün onların ölüm yıldönümleriydi! Benden gittikleri, beni yalnız bıraktıkları gündü bugün. Annem, babam ve abim... Üçü yan yana mezarlarda yatıyordu. Niye beni de almamışlardı ki yanlarına? O zamanlar küçüktüm. Karanlıktan korkarım diye mi almamışlardı acaba? Ya da soğukta üşürüm diye?

Annem, babam, abim yanımdayken karanlıktan korkmazdım ki. Üşümezdim de hiç, vallahi. Onlar orada, karanlıkta, soğukta, toprağın altında cansız bedenleriyle yatarken yaşamak istemiyordum. Haksızlık olarak görüyordum bunu kendime. Onlar ölmeyi hak etmemişlerdi ki...

Göz yaşlarım mezarlığa geldiğimden beri akarken gidip dokunamıyordum topraklarına. Birinin toprağına dokunsam sanki diğeri 'neden önce benim toprağımı sevmedin?' diye bana kızacak gibi hissediyordum. Tam karşılarında durmuş, mezar taşındaki isimlerine bakıyordum buğulu gözlerimle.

Annem Eslem Gürsoy.

Babam Harun Gürsoy.

Abim Ege Gürsoy.

Hepsinin ölüm tarihleri aynıydı. 28 Eylül 2000...

"Neden?" diye fısıldadım ağladığımdan dolayı pürüzlü çıkan sesimle. "Beni neden yalnız bıraktınız anne?" Buğulu gözlerimi babamın mezar taşına çevirdim. "Senin şefkatli kollarını özlüyorum baba. Unuttun mu? Seninle basket maçı yapacaktık. Boyum kısa diye dalga geçmiştiniz benimle, inatlaşmıştık." Acı acı güldüm. "Peki ya sen abi?" Derin bir nefesi havaya karıştırdım. "Seninle bahçesinden meyve çaldığımız komşularımızdan özür dileyip hellalik isteyecektik. Onur, sen, ben, bizimkiler küçük grubumuzla cadde de şarkı söyleyip kendi paramızı kazanacaktık." Ağladım. "Hayallerimiz sadece hayal olduğuyla kaldı..."

Tam yıkılmak üzereyken bir beden hissettim arkamda. Zaten o gelmeden önce kokusu gelmişti buraya. Ellerini temkinli, yavaş bir şekilde karnıma dolarken çenesini omzuma koydu. Yeni yeni çıkan sakallarının tenime batıp beni huylandırmasına gülemiyordum bile. Sırtımı göğsüne yasladım. Karnımda duran elleri beni ne çok sıkıyor, ne de çok gevşek tutuyordu. Göz yaşlarım usul usul süzülürken yanağıma doğru, şiddetli ağlamam da iç çekişlere dönmüştü.

SEVGİ MAHALLESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin