Güzel bir güne uyanmayı bekledi hep. Yalnızlık damarlarını akın akın işgal ederken güzel bir güne uyanmayı bekledi. Başını yastığa koyduğunda son dileğinin ölüm olmadığı bir güne uyanmak istedi. Gözlerini açtığında ölmediği için ağladığı bir güne değil.
Hüznün ruhunu esir aldığı, her gün ölmeyi istediği bir güne daha uyanmıştı. Sinirle üstündeki yorganı kenara attı. Kirden üstünde yer yer siyah lekelerin oluştuğu yorganı üstünden atıp yataktan çıktı. Hızla koltuğun üstündeki sözde yatağı topladı. Yengesi ona bir battaniye ve yastık verdiği için büyük hürmet göstermeliydi. Böyle söylemişti abisi. 'Yengene hürmet göster.'
Onlar uyanmadan hızla yattığı oturma odasını toplayıp, temiz kıyafetlerini giydi. Her gece giydiği kirli pijamaları köşedeki valizinin üst kısmına koyup yerine koyduktan sonra tuvalete gitti. Yüzünü yıkamalı ve kendine gelmeliydi çünkü yapacak çok işi vardı Halime'nin.Halime, hayatının en dinç zamanını abilerine hizmetçilik yaparak geçiriyordu. Hayatı yoktu... Hayalleri yoktu... Geçmişi de...
Her zaman durum böyle değildi elbette. Bundan birkaç sene önce yani bir babası varken prenses olan kız şimdi bir hizmetçi rolüne girmek zorunda kalmıştı. Mecburdu bunu yapmaya. Asla itiraz hakkı yoktu. Asla karşı gelemezdi. En küçük bir isyanda annesinin canı yanıyordu çünkü. Annesinin onun yüzünden acı çekmesine dayanamıyordu Halime. Zaten yeterince acı çekiyordu birde onun yüzünden üzülsün istemiyordu. Hayatı bu kadar zorlaştırmamalıydı onun için.
Ayakta kalmalıydı. Etrafını saran ateş çemberinin içinde ayakta kalmalıydı. Kendine olan inancı zayıf olsa da; bir gün mutlaka diyordu kendine.
"Bir gün anne. Seni mutlu edeceğim. Öyle mutlu olacaksın ki bugünleri hatırlamayacaksın."
Derin bir nefes alıp hazırladığı kahvaltı sofrasına baktı Halime. Kendince bir şeyler hazırlamıştı işte, beğenilmese de. İstenmese de. Masaya bakarken abisi gelip oturduktan sonra,
"Günaydın kız erkek Fatma,"
deyince sessizce cevaplamıştı abisini. Onunla fazla konuşmuyor, elinden geldiğince kendini ondan uzak tutuyordu. Çünkü bu adam yüzüne gülen ama onu paramparça eden kişiydi. Hiç acımamıştı. Hiç. Abisi Fazlı, müdürdü. Büyük bir şirketin başındaydı ve bu servetini de babasından kalan her şeyi satarak elde etmişti. Arsalar, daireler, evi, arabası. Hepsi. Satıp kendine bir şirket kurmuştu. Karısı da yanındaki yerini alırken derin bir nefes alıp diğer odaya gitti. Yatak odalarını toplamaları gerekiyordu çünkü. Sonra da yeğeni Sinan'ı uyandırıp okula götürmeli oradan da üniversiteye gitmeliydi.Fazlı, babasının servetinin üstüne konunca amcaları tarafından fazlasıyla dikkati üzerinde topladığının farkına varınca kardeşinin bakımını üstlendiğini söyleyip yanında getirmiş sonra da kendine hizmetçi yapmıştı. Birkaç akraba olaydan işkillenince üniversiteye herhangi bir bölüme yazdırmak zorunda kalmıştı. Elbette annesi ve kız kardeşinin ağzını açamayacakları şekilde kapatmayı ihmal etmemişti. Yoksa olay sarpa sarabilirdi. Aşiretlerde böyle bir şey kabul edilir değildi çünkü. O zaman hiçbir şeyi kalmazdı, canı da dahil.
Halime, evin işlerini bitirip çantasını hazırladıktan sonra son kez kendine bakmak için banyoya gitti. Yengesi Şule'nin ortalıkta olmaması onun için iyi bir şeydi. Çünkü banyoyu sadece onlar kullanabilirdi yani bir seviyesi olan insanlar. Kapıyı yavaşça kapatıp hızla lavaboya gitti. Aynadaki yansımasını asla görmek istemiyordu ama yapacak bir şey yoktu. Kabul etmeliydi bu durumu, 10 yıl olmuştu. Koskoca On yıl. Asır gibi dedi kendi kendine. Belki de öyleydi. Yüzüne suyu her şeyi unutmak istercesine çarptıktan sonra ellerini saçlarından geçirdi. Bir zamanlar dizine kadar gelen ama şimdi küt olan saçlarına. Erkek çocuklarına benziyordu. Her şey Şule yüzündendi, eğer o saçlarının her yere döküldüğünü söylemeseydi ya da kendinden uzun saç görmek istemediğini söylemeseydi... Abisi onu bunu yapmaya zorlamazdı. Zaten bir gece uyurken yengesi saçlarına makas atarak buna mecbur bırakmıştı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yorgun Savaşçı
SpiritualYorgundu... Uzun bir yoldan gelmişti... En değerlisiyle birlikte kendini de bırakıp gelmişti Halime. Gelmişti, bin parça bir halde. Gelmişti, Hâlim'e...