Yorum yapın
"Hey!" dedim aramayı sonlanmadan açmanın haklı gururunu yaşarken. Çıktığım odamın kapısını sıkıca kapatıp tekrar telefonuma döndüğümde teyzem de "Hey!" dedi mutlu bir şekilde. "Hiç açmayacaksın sandım." derken yeniden kendi diline döndüğünde gülümsedim. Sıklıkla konuşmasak da yaptığımız her konuşmada benimle Fransızca konuşmaya özen gösterirdi Alissa teyzem. Annemin kendi dilini çocuklarına öğreteceğine ant içtiğini falan söylüyordu ama hepimiz teyzemin sözlerini pek tutmadığını bilirdik.
Bu zamana kadar aldığım derslerin boşa gitmemesi ve Kanada'nın resmi dillerinden diğerinin Fransızca olması sebebiyle ayağıma gelen fırsatı tepmeyip öğrenebildiğim kadarıyla teyzeme cevap vermeye çalışıyordum sadece. "Sarah uyuyordu. Odadan çıkmam gerekti, üzgünüm." derken hala koridorda bir yerlerde kendime konuşmak için uygun yerlere bakınıyordum ama saat daha sabahın en erken vakitlerini gösterse de koridorda saat farkından uyuyamayan misafirler ya da hizmet etmek için hazırlanan görevlilerle doluydu. Ayrıca bu saatte durup birinin kapısının önünde teyzemle muhabbet edemezdim.
"Şu okul gezisindesiniz, değil mi? David söylemişti." Babamın benim hakkımda her şeyi teyzeme anlatmasına şaşırmış mıydım? Tabi ki hayır. Sürekli olarak yaptıkları şey zaten ben ve kardeşlerim hakkında birbirlerine bir şeyler anlatmaktı.
"Duyduğuma göre komşunun yakışıklı oğlu ile birlikte çalışmışsınız gezi için." diyerek aldığı yeni dedikodunun arkasını arayan teyzeme yürürken göz devirdim ve lobide bulduğum daha az gürültülü olan pencere önlerindeki koltuklardan birine attım kendimi. Ayaklarımı kendime çekip telefonu dizlerimin üzerine koyduğumda "Ciddi bir şey yok." cevabını verdim.
Teyzem suratına sahte bir üzgünlük ifadesi koyarken "En azından birisiyle etkileşim halindesin. Evde kalmayacaksın." diyerek üzgün ifadesini kaybedip gülmeye başladığında gülerek etrafımda göz gezdirdim ve lobinin iyice sessizleştiğini hissettim. Kendi sesimi de en kısık tonda tutmaya çalışarak konuşmaya devam ettim.
"Yakışıklı komşu çocuğundan biraz bahsetmek ister misin?" diyerek beni konuşturmaya çalışan teyzeme başımı olumsuz anlamda sallayıp "İstemiyorum." dedim. Teyzem bir iç çekip yeniden konuşmaya hazırlanacağı sırada arkasından gelen bir erkek sesi ile telefonu bırakıp oradaki işlerle ilgilenmeye başladığında bana gözüken tek yer teyzemin odasının beyaz tavanı oldu.
Teyzemin geri dönmesini beklerken koltuğun diğer ucunda bulunan battaniyeyi alıp sıkıca sarındım ve nedensiz bir şekilde üşümeye başlayan bedenimi ısıttım. Son günlerde fazlaca üşür olmuştum. Kötü bir hastalığın habercisi olmasından korkuyordum.
Teyzem telefonu yeniden düzeltip kameranın görüş açısına girdiğinde hızlıca bir şeyler söyledi ve arkasına bakıp yeniden bana döndükten sonra "Toronto'da görüşürüz." deyip aramayı sonlandırdı. Öncesinde söylediği cümle hakkında ise en ufak bir fikrim bile yoktu. "Görüşürüz de keşke ne dediğini de anlayabilseydim." diye mırıldanıp telefonu koltuğa bırakırken kısa bir battaniyeye sarınmış olan koca bir cüsse karşımdaki tekli koltuklardan birine oturduğunda oturan kişinin Felipe olduğunu zorlukla seçebildim. Pijamaları ve kısa battaniyesi ile garip bir görüntüsü vardı. Ayrıca gözleri de neredeyse uyuyacak kıvamda ve kan doluydu.
"Hastaneye gitmeden önce büroya uğrayacağını ve giydirmesi gereken koca bir bebek olduğunu söyledi." dedikten sonra gözlerini ovuşturup bana bakarken oturduğum yerde kıpırdanıp dizlerimi indirdim ve hala kendime çekmiş şekilde tuttuğum ayaklarımı battaniyenin altına soktum. Uçakta yaşananlardan sonra Felipe'le nasıl konuşmam gerektiğini ya da ona bir açıklama yapıp yapmayacak zorunlulukta olup olmadığımı da bilmiyordum. Şu an için gün oldukça garip başlıyordu.
"Gelmemden rahatsız mı oldun?" diye sorduktan sonra hızlıca kalkmaya yeltenirken sonunda konuşup "Hayır." dedim. Kendisinden rahatsız olduğum söylenemezdi ama konuşacak bir şey bulamayınca aramızdaki sessizliğin bunu düşündürmesi gayet kolaydı.
Felipe yeniden yerine otururken "Uyku mu tutmadı?" diye sordum. Esner gibi bir iç çektikten sonra gözlerini yerden kaldırmadan omuz silkti. "Otobüs ve uçak yolculuğu boyunca uyumaya çalıştım ama otele gelince her şey bozuldu. Bütün gün zombi gibi dolaşıp ortalık yerde uyuyup kalmaktan korkuyorum." dediğinde gülümsedim.
Bir görevli gelip bir pencere uzağında durduğumuz şömineyi yaktığında Felipe başıyla orayı işaret edip "Oraya geçelim mi? Üşüyor gözüküyorsun." dediğinde teklifini düşünmeden kabul ettim. Biliyordum ki eve hasta bir şekilde gittiğimde iyileşme sürecinde onca laf duyup yürüme yetimden yoksun bırakılacaktım. Babam yatarak dinlenme konusunu abartacak ve hareketleri kısıtlayacaktı.
Birlikte ateşin başında yerlerimizi yeniden alırken "Fransızca konuşan bir aile üyeniz olduğunu bilmiyordum." dediğinde annem aklıma gelince gülümsedim. "Annem bir Fransızdı." dediğimde "Bu neden yabancı dilini Fransızca aldığını açıklıyor." diyerek beni güldüren Felipe kendisi de gülümsedi.
Bir süre sonra bir şey fark etmiş gibi durup dudaklarını yaladıktan sonra "Nasıl kaybettiniz?" diye sordu. Bunu söylerken özellikle gözlerime bakmayışı beni şaşırtırken bunu nasıl anladığı konusuna da fazlaca şaşırmıştım. "Kanser." deyince ellerini yüzüne kapatıp biraz o şekilde düşündükten sonra her bir hücresinde acı barındıran bir gülümseme ile "İsmi Adele'di ve sarışındı." dediğinde başımı aşağı yukarı yavaşça salladım.
"Ne kadar zaman oldu? Adler hala annene benzeyen birini gördüğünde zorluk yaşıyor." dediğinde gülerek ona döndüm. "Bu kadar çok şeyi nasıl bilebiliyorsun?" diye sorup Felipe'in de gülmesini sağladığımda konuşmanın farklı bir yön almasını ve annem konusundan uzaklaşmayı beklemiştim. Hala içimde bir yerlerde annesizlik bana büyük acı veriyordu.
"Adler'ın Noel alışverişinde kız kardeşimi görüp fazlaca şaşırdığını hala hatırlıyorum. Sonra onları buluşturma fikriyle birleştiğimizde Oscar sadece donarak gözlerini kız kardeşimden çekememişti." dediğinde gözlerimin önüne getirdiği anılardaki Oscar'a güldüm. İlgisini çeken her şeye karşı bu şekilde davranırken bir kızdan hoşlandığında yiyeceği sapık damgasını heyecanla bekliyordum. İkizlerin ergenlikleri, çocukluklarından daha eğlenceli geçecekti.
Lizzy aniden lobide belirip hızlıca yanımızdan geçip giderken arkasından hızla yürümeye çalışan Shawn'ın gözleri aniden bizi bulduğunda yürümesini yavaşlattı ve bize bakarak yanımızdan geçip gitti. Sabahın köründe herkes uyurken o ve Lizzy dışarıda ne yapıyordu merak konusuydu kesinlikle ama daha da önemli olan şey Shawn'ın beni ve Felipe'i şömine başında otururken bulduğu halde, bir şey söylemeden, Lizzy'nin arkasından yürümeye devam etmesiydi.
"Birileri kavga etmiş." diye kendi kendine söylenen Felipe'den sonra Shawn'ın arkasından bakmayı kesip ayağa kalktım. Üzerimdeki battaniye ayaklarımın ucuna düşerken "Peşlerinden gideceğini söyleme." diyerek benim gibi ayağa kalkan Felipe'e bir bakış attım ve anında dolan zihnimden kurtarabildiğim birkaç sözcükle ile yanıt verdim. "İlişkilerine karışacak değilim."
Yerdeki battaniyeye uzanıp yeniden üzerime alırken Felipe'e bakmadan "Ben hava alacağım." dedim. Bir şey söylemesine izin vermeden "Sonra görüşürüz." diyerek dışarıdaki soğuk havaya açılan çıkış kapısına ilerledim ve kafamdaki düşünceleri dondurmasını umarak kendimi karlı havanın kucağına bıraktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fire On Fire // Shawn Mendes
FanfictionAylar öncesinde Shawn'ın bana bakacağını söyleselerdi onlara benimle dalga geçtiklerini söylerdim bu imkansız gibi bir şey olurdu ama tam da şu an her bir dokunuşumla nefesini tutan Shawn'ın yanında oturmuş sessizliğin huzurunun içimize işlemesine i...