Merhabalar.
Cuma gününden beri şiddetli bir baş ağrısı çekiyorum. Gecenin ilerleyen saatlerini uykusuzluk ve ağrımdan ötürü bölümü erkenden bırakıp, kaçıyorum.
Dilerim sevdiğiniz bir bölüm olur.
Ve rica etsem, dinleyince aklınıza Yıldız ve Mazlum'un geldiği şarkılarınız var ise gerek buradan, gerek özelden bana iletir misiniz?
Şimdiden çok teşekkürler.
Keyifli okumalar 💫Bölüm şarkımız; Perdenin Ardındakiler - Ellerim seni istedi
Birinin size karşı hiçbir şey hissetmeyeceğini bilmek kadar, kalp kırıcı bir his yokmuş sanırım. Bedenimin birçok kemiği, belkide defalarca içten içe kırıldı. Ama hepsinin sızısı bir müddet sonra geçti. Mazlum'a baktıkça kalbimde baş göstermeye çalışan sızı ise ne yaparsam yapayım geçecek gibi değildi. Tahmini olarak gitmeme en fazla iki ay kalmıştı ve bu iki ay boyunca ben içimdeki sızıyla baş edip, çenemi kapalı tutmak zorundaydım. Ama tabi karşıma çıkan hiçbir şey bu konuda bana yardımcı olmuyordu.
Kitapların hınca hınç dolu olduğu bir sahafta geçiriyordum altı günümü. Elimi attığım herhangi bir kitapta, Mazlum'u hatırlatacak bir satıra denk gelebiliyor oluşum, hayatın şaka anlayışından ibaret olsa gerekti. Rastgele elimi attığım Kafka'nın, Milena'ya Metuplar kitabındaki; 'Yanımda yürüyordun Milena... Düşünsene yanımda yürümüştün...' satırları gibi.
Sağ elimi alnıma atarak, kara kara bu kadar kafayı yiyip, yiyemeyeceğimi düşünürken aniden sağ omzumun dürtülmesiyle yerimde sıçradım. Elimdeki kitap, yeri boyladı. Sağ elimin başparmağı ile damağımı kaldırırken, arkamı döndüm. Turgay'ı görünce sesli bir nefes verdim. "Turgay!" dedim bezgince. "Ödümü kopardın. Ne yapıyorsun?"
Turgay.
Benden iki yaş büyük, Salih amcanın biricik ve tek erkek torunu. İş bilmez, daha doğrusu işi bilsede, işe gitmez tiplerden. Kıvırcık tepeden topladığı uzun saçları ve keçi sakalıyla birlikte, günde en az üç kez Salih amcanın sabrını sınamakta oldukça başarılı. Komik bir yapısı var ama maalesef ben şaka seven bir insan değilim. Bu yüzden gün içerisinde, beni sinir etmeye çalışmak bu sahafta yaptığı en zevkli iş.
"Dalmışsın hülyalı hülyalı." dedikten sonra otuz iki diş gülümseyip, yanaklarındaki iki derin çukuru gözler önüne serdi. "Gelip keyfini bozayım dedim." dedikten sonra sinirle kıstığım gözlerime aldırmadan, pikabın yanında bulunan eski oyma kenarlı tekli koltuğun üzerine bedenini atıp, rahatça yayıldı.
"En azından senin gibi her bulduğum köşede, beş karış yatıp on karış kalkma derdinde değilim." dedikten sonra hırsla yere düşen kitabı yerden kaldırdım. Üstündeki tozları elimle silkeleyip, aldığım rafa yerleştirirken kendisine çattığım kaşlarım ile baktım ama etkilendiğini söylemek çocukça olurdu. "Hayır, iş yapmıyorsun, en azından otur da iki kitap oku. Ama yok." diyerek ellerimi iki yana açtım. "Ne kendim okurum, ne de okuyana rahat veririm diyorsun."
"Bu kadar sinir." dedikten sonra sağ elinin işaret parmağı ile bedenimi işaret etti. "Şuncacık bünyeye ağır gelmiyor mu ya?" Hızlıca oturduğu yerde doğrulup, kol dirseklerini dizlerine yasladı. "Evde kalırsın, benden söylemesi."
"Ha-ha-ha." dedim yüzümü buruşturarak. "Her kör satıcının, bir kör alıcısı bulunur sen merakta kalma."
Biz muhtemelen daha birbirimize laf atmaya devam ederdik. Aşağıdan Salih amcanın sesi bizlere ulaşmasaydı. "Didişiyor benimkiler gene." deyince Salih amca güleç bir tonda, ellerimi belime dayayarak olduğum yerde dikkat kesildim. "Yıldız kızım, sağ olsun hatırımı kırmayıp ne kendi kaçtı, ne de bizim haytayı korkutup kaçırdı. Sayesinde geliyor da, iki işin ucundan tutuyor." diye devam edince merakla kafamı ahşap asma kattan aşağı uzattım. Ahşap tırabzanlara tutunduğumda ağzım şok ile açıldı. Bize doğru bakan Mazlum ile göz göze geldiğimde kesik bir nefes aldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Opia | TAMAMLANDI
Chick-LitKüçük bir kız çocuğuydum. Bedenim büyüdü. Ruhum bir üvey babanın elinde yok oldu. Adımı parlamam için Yıldız koyan annem, gün geldi tüm ışığımın sönmesine göz yumdu. Yıldız oldum, ruhum tutunamadığım gökyüzünden kaydı. Ben, hiç parlayamadım. Tahtım...