Cumartesi gecesini ve pazar gününü Mazlum ile o kadar sarsılmış bir şekilde geçirdik ki... İş yine benim munzurluklarıma kaldı. Kaldı diyorum çünkü Mazlum ile tam burada ayrılıyorduk. Onun duymaya dayanamadığı, safi bir merakla sorup pişman olduklarını, ben son beş senemin her Allah'ın günü yaşıyordum. Mazlum, duyduklarının etkisinden çıkamadı ama ben, beni ders çalıştırsın diye yakasına yapıştım. Yetmedi, kendi öğrencilerine yerde oturmuş bir şekilde sınav sorusu hazırlarken defalarca ayak ucundan ayaklarına dolanarak geçtim. Uzaktan bakınca, Mazlum'un söylediği küçük fare hitabına değil de daha çok ilgi isteyen bir yavru kediye benziyordum.
Oysa ki ilgi istemiyordum. Lügatim da yoktu bir kere. Sadece yaşarken bile küsüp surat asamadığım şeyler için, sadece duyarak hayata küsebilen birini etrafımda istemiyordum.
Ben, Mazlum ile uğraştıkça yüzünün ifadesi gevşedi. Anlattıklarıma odaklanmak yerine, bir lokmacık odanın içerisinde hiper aktif çocuklar gibi dolanmama odaklandı ister istemez.
Hafta başı oldu. Haftalardır biriken paraların üzerine bir ellilik daha yerleşti. Dokunmadım. Nasıl ki beni ilk okula götürdüğü gün meydan okuduysam, meydan okuyuşumu devam ettirip duvar tepesinde okula gitmeye de devam ettim. Arada beni çocuk eğlendirir gibi eğlendirdiğini bildiğim gibi yine arada içinde ki çocuğu da hatırladığını biliyordum.
Çünkü gülümsemesi değişiyordu.
Tarihler Mayıs ortasını bulunca ve yazılı haftası başlayınca, Mazlum ister istemez okuldan daha geç çıkar oldu. Bu da benim önceden hafta da bir ise artık en az haftanın dört günü eve yalnız dönüşlerime sebep oldu. Bir gün eve, tedirgin adımlarla ilerlerken önüm kesildi. Haliyle benim de nefesim...
Hurşit, Mazlum'dan mı çekiniyordu bilmiyorum. Ama beni tehdit ederken sokak ortasında dövmeyi değil, hırpalamayı seçti. Tehdit etmesinin sebebi ise kendisine teslim edilen paranın bitmesi ve diğer elli bin için aç köpekler gibi kudurmasıydı. Mazlum, okuldan mezun olmamı şart koştuğu için de Hurşit'in öfkesi yine benim okuluma idi. Okuldan dönüşümü seçmesi de kaçınılmaz oldu.
İki kolumu hoyratça kavrayarak, sırtımı duvara çarptığın da ilk hissettiğim canımın acısı oldu. Canım acımaya acımaya, acıya karşı duyarlılığımı kaybetmiştim ve bu daha çok canımı yaktı. Doğan ailesinin bahşettiği huzurlu ve sakin bir ortamda yaşamam, hayatımın devamında göreceğim çeşitli olaylar karşısında da narin bir yapıya sahip olmama sebep olacaktı anladım.
Hurşit, tok bir sesle kulaklarımı sağır etmek istercesine bağırdığın da benim tek düşündüğüm hassaslaşıyor olmamdı. Yine de karşısında ağlamadım. Yüzüme karşı, "Sikerim senin okul aşkını da, seni de! Söyle o züppe kocana alsın seni nikahına, versin paramı!" diye böğürse de takıldığım tek nokta, Mazlum'un züppe olmayışıydı.
"Züppe senin babandır!" diyerek Hurşit'i göğsünden ittirdiğim de sesimin de artık daha çok çıktığını fark ettim. Niye sadece züppe kelimesine takılışımı içim de sorguladığım da, Mazlum'un okulumu yakmayacağına çoktan içimin emin olduğunu da fark ettim. Fark edemediğim şeyler de oldu tabi! Mesela Hurşit'in saçıma dolanmak için uzanan eli...
Saçım hoyrat bir şekilde kavranıldığında, kimse saçımı okşamak için bir girişimde bulunmadığından olsa gerek onlar hassaslaşmamıştı. Çığlık dahi atmadım. Hurşit saçıma asıldı, ben tırnaklarımı koluna batırdım. "Bak sen, orospuya bak!" dedi tok bir şekilde iğrenç bir kahkaha atarken. "İyi beslemişler yosmayı, iyice ele avuca gelir olmuşsun." dedikten sonra başını kinaye işe aşağı yukarı salladı. "Nasıl rahatın yerinde mi?" Onun alayına yüzüne tükürerek karşılık verdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Opia | TAMAMLANDI
ChickLitKüçük bir kız çocuğuydum. Bedenim büyüdü. Ruhum bir üvey babanın elinde yok oldu. Adımı parlamam için Yıldız koyan annem, gün geldi tüm ışığımın sönmesine göz yumdu. Yıldız oldum, ruhum tutunamadığım gökyüzünden kaydı. Ben, hiç parlayamadım. Tahtım...