Küçük bir kız çocuğuydum. Bedenim büyüdü. Ruhum bir üvey babanın elinde yok oldu.
Adımı parlamam için Yıldız koyan annem, gün geldi tüm ışığımın sönmesine göz yumdu. Yıldız oldum, ruhum tutunamadığım gökyüzünden kaydı.
Ben, hiç parlayamadım.
Tahtım...
Keyifli okumalar. Mazlum ile birlikte Yıldız parlatmacalar 💫
MAZLUM DOĞAN
Allah biliyor ya; Yeditepe Üniversitesinin Fen ve Edebiyat binasına varana kadar dilimden son altı ayda etmediğim tüm küfürler döküldü. Hatta fakülte binasına girebilmek için birde güvenlik görevlisiyle takıştım. Eşimin çağırıldığını ve çocuğumuzla gelmek zorunda kaldığını söyleyince, Yıldız'ı hatırladı da insafa gelip, beni binaya aldı. "Ne olmuş olabilir yani?" dedim sinirle, bölüm başkanının odasının bulunduğu kata çıkarken. "Tatil döneminde, öğrencinizi evinden bebeğiyle çağıracak kadar mühim ne olmuş olabilir?" Dışarıdan tüm söylemlerim resmi prosedürle dökülürken, içim dümdüz gidiyordu. Gidiyordu gitmesine ama dışıma dökemeyecek kadar da endişeliydim. Yıldız'ı kucağında kanguruda beş karış suratlı Lena ile birlikte gözleri yumulu, sırtı kapıya yaslı bir vaziyette görünce; "Hay anasını," dedim ağzımın içerisinde yuvarlayarak. "Ne yaptınız da kırdınız dalını?"
Senin evinin en çok ışık alan yerine, kendi rahatını bozmayı göze alıp yerleştirdiğin çiçeği, bir başkası ot niyetine eziveriyordu.
Güç bela şaklabanlıklar yaparak, Lena'yı Yıldız'ın bedeninden söktüğümde, halinden tek memnun olan Lena idi. Kucağıma aktarıldığı gibi dişsiz ağzıyla gülümsedi. Dişsiz diyordum ama sol, orta alt dişi ha patladı ha patlayacaktı... Lena'nın neşeli sesler çıkarak, göğsüme bağladığım kangurunun içerisinde astronot montuna rağmen ayaklarını tepiştirmesi, Yıldız'ın gözlerini kinaye ile kısmasına neden oldu. "Vallahi sana da aşk olsun kızım," dedi, yalandan bir alınganlıkla. "Asıl bende süt kokusu var diye böyle coşman gerekirken, bana seni mengeneye kıstırmışım gibi davranıyorsun. Gerçekten aşk olsun..."
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Bir elindeki biberona, bir diğer elindeki sıkı sıkıya tuttuğu a4 kağıdına kaydı gözlerim. Yüzündeki çocuk küskünlüğü ise yüreğimde bir panik dalgasını nüksettirdi. "Eee," diyerek sol elimi Yıldız'ın beline attım. "Madem ana kız bir oldunuz ve beni erkenden getirtmeyi başardınız o zaman ailecek şöyle bir yemek yiyelim..." Niyetim Yıldız'ın yüzünün salınmasına neden olan şeyin, önce kendi içerisinde sindirmesini sağlamaktı.
Yıldız hiç ses etmeden adımlarıma ayak uydururken, sorgu dolu bakışları bana döndü. "Demek ki isteyince erken gelebiliyormuşsun demeli miyiz?"
"Elbette," diyerek başımı hafifçe aşağı yukarı sallandırdım. "Elbette getirtirsiniz ama işte yarın yine en iyi ihtimalle öğlene kadar okula gitmek zorunda kalacağım..." İş ertelemek sorun değildi ama erteledikçe kavuşmanın tarihide erteleniyordu haliyle.
Söylediğimle Yıldız'ın dilinden üzüntü dolu bir "Yaa," döküldü. "Keşke gelmeseydin," dedi ardından müşkülce. "Halletmiştik biz zaten eve geçecektik hemen... İstersen dön," diyerek anlayışın kol gezdiği bakışlarını yüzüme çevirdi. "Lena'nın elleri evden buraya gelene kadar bile buz tuttu. Biz eve gidelim, sende işine dön..."