Helen gözlerini sımsıkı yummuş adamın odamda ne arıyorsun diye bağırmasını bekliyordu fakat Alex, tekrardan yumuşacık bir şekilde. "Helen" deyince genç kız gözlerini araladı ve adama baktı.
Aman Tanrım Alex uyuyordu ve uykusunda onun adını sayıklıyordu, Helen içine dolan garip bir mutlulukla gülümsedi. Karnında uçuşan kelebeklerin kanat çırpmasını hissediyordu.
Ama tehlikenin farkındaydı Helen, adamın hafif hafif kıpırtısı her an uyanabileceğinin habercisiydi. Derin bir nefes aldı ve parmak ucuna basarak çıktı adamın odasından, karanlık gizli koridoru geçtikten sonra odasına girdi ve yatağına uzandı.
Hala gördüklerinin etkisiyle heyecanlıydı. Bu odanın gizli geçittin den mutlaka haberdardır Alex, acaba kaledeki onca odaya rağmen onu buraya yerleştirmesi tesadüf olabilir miydi?
Ah, bide uykusunda onun adını sayıklaması, o yakışıklı yüzü, geçmişin yakıcı yaralarıyla dolu vücudu, Helen kalbine sahip çıkmazsa eğer kalbi bütün benliğiyle Alex'e koşacaktı.
Bütün bunları düşünürken bastıran tatlı uykuya engel olamadı ve gözlerini kapattı.
///
Sabah perdenin arasından sızan güneş ışıklarıyla gözlerini açtı Helen, hemen yataktan doğruldu. Emma çoktan odasında dolaşmaya başlamıştı bile, genç kıza doğru döndü sevgi dolu gözlerle.
"Size kahvaltı getirdim leydim."
Helen'in guruldayan karnı tamda buna ihtiyacı olduğunu söylüyordu. Güzelce kahvaltısını yaptıktan sonra, su yeşili renginde belini sımsıkı saran oldukça sade ve hoş bir elbise giyip odasından çıktı.
Fiona'nın yanına gitti. Genç kadın yatakta yatan adamın üzerine doğru eğilmiş onu kontrol ediyordu. Yavaşça teyzesinin yanına doğru gitti.
"Durumu nasıl teyze"
Fiona mutlu bir şekilde ona doğru döndü." Artık hiç ateşi çıkmıyor ve yavaş yavaş elini oynat dediğimde söylediklerimi duyuyor ve yapıyor."
Helen, bu adamın iyileştiği an da geri köylerine döneceklerini biliyordu. O anda fark ettiği bir şey vardı ki, artık eskisi kadar eve dönmek istemiyordu. Bunun tek bir nedeni var oda.
Alex Drew di.
Adamı tanıdıkça onun hakkında söylenilen ve anlatılanları dinledikçe Alex'e daha çok bağlanıyor ve ondan fazlaca etkileniyordu. Fiona ile sohbet edip vakit geçirdikten sonra Helen bu güzel ilkbahar havasının tadını çıkarmak için kalenin bahçesine çıktı.
Harika bir hava vardı, güneş ışıl ışıl, etraf yemyeşildi ve ahenkle öten kuşlar vardı. Aynı zaman da, artık kale halkı onu görünce oldukları yerde donmuyorlardı. Gülümseyip selam veriyorlardı. Bu da Helen'in buraya daha çabuk alışmasını sağlıyordu.
Biraz daha etrafta dolaştı ve en sonunda kalenin diğer ucunda oynayan kız çocuklarını gördü. Onlara doğru gitmeye başlamıştı ki kızların, ufaklık Cara'yı dışladıklarını fark etti.
Küçük kız elinde bebeğiyle onların yanına gitmek için can atar bir haldeydi, ama aralarından biraz büyük bir kız kaşlarını çatmış bir halde Cara'yı ittiriyordu.
Helen o kızın ne dediğini duyamasa da kötü sözler söylediği çok açıktı. Çünkü Cara o küçük omuzlarını düşürmüş, başını yere eğmiş, üzgün bir halde duruyordu.
Helen hızla onların yanına gidiyordu ki. Cara'nın arkasını dönüp kale kapısından dışarıya koşturduğunu gördü. Genç kız, hiç düşünmeden ufaklığın arkasından gitti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTKU DOLU KALPLER
Historical Fiction!YETİŞKİN İÇERİKLİDİR...! İskoçya'nın küçük bir köyünde büyüyen Galler prensesi güzeller güzeli Helen'nin hikayesini okumaya hazır mısınız? Prenses olması gereken topraklardan daha kundakta bebekken sürülmüştü Helen ve onun kaderi İskoçya'nın bu çet...