Helen korkuyla karşısındaki kocaman gösterişli simsiyah ata baktı. Korkusu dışarıdan belli olmuş olacaktı ki. Adamın sert sesini duydu.
"Sol tarafa geç ve attan sarkan üzengiye ayağını koy"
Helen tedirginlikle adamın dediğini yaptı ve kendini biranda adamın yardımıyla atın eyerinin üzerinde buldu. Belinden tutup kendiyle beraber Helen'i de ata yerleştirdi. Ayaklarını hareket ettirdi ve at biranda gitmeye başladı.
Helen biraz yan döndü ve adamın yüzüne baktı. Vahşi ifadesi ve tereddüt taşımayan gözleri kısılmış halde dimdik bir şekilde karşıya bakıyordu.
Şimdiye kadar gördüğü en uzun boylu adamdı ama büyüklüğü sadece aşırı uzun boyuyla sınırlı değildi. Geniş omuzları vardı ve adamın çelikten farksız kaslı göğsüne hafifçe sırtı değiyordu.
Nedense bu his Helen'e garip bir şekilde güven vermişti. Atın biranda karşıya atlamasıyla Helen korkuyla iyice adama doğru yanaştı. "Onu ben korkutmuş olabilir miyim?" dedi.
Adamın göğsü dalgalandı ve anlamsız bir ses çıkardı. "Bu dünya üzerindeki herhangi bir şeyin senden korkması imkansız. " dedi.
Helen adamın dediğini fazla kafasına takmadı ve geçtikleri ormanın güzelliğini izlemeye başladı. "Ne zamana varmış oluruz gideceğimiz yere " dedi merakla Helen.
Adam umursamaz bir şekilde omzunu silkti ve "Yarın öğlene muhtemelen" dedi. Helen şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı ve adama doğru tamamen döndü. "Bütün gece at sırtında mı gideceğiz, tehlikeli olmaz mı?"
Adam bakışlarını karşıdan hiç ayırmadan sıkılgan bir şekilde konuşmaya başladı. "Çok soru soruyorsun, sùil uaine" Helen adamın cümlesinin sonunda farkı bir dilde bir şey söylediğini duyunca" Sùil uaine de ne demek"diye sordu merakla.
Adamın daha fazla konuşmayacağı her halinden belliydi. Helen tekrardan önüne döndü ve ormanın güzelliğini izlemeye devam etti. Etrafı izlerken hafif sarsıntıya beraber iyice mayışmıştı ve en son hayal meyal hatırladığı şey adamın onun saçlarını koklamasıydı.
Helen gözlerini açtığında havanın karadığını gördü ve aynı zamanda biri onu kucağında taşıyordu. Telaşla kıpırdanmıştı adam bakışlarını ona dikti. Helen içinin ürperdiğini hisseti. Hiç tanımadığı bilmediği bir adamla yolculuk ediyordu. Korku ve endişe damarlarından akmaya başlamıştı.
Adamın sert çehresi oldukça keskindi. Helen'i sanki bir bebeği taşıyormuşçasına hiç zorlanmadan taşıyordu. Adamın bakışları yüzünden göğüslerine inince Helen kanın kaynadığını ve garip bir şekilde göğüs uçlarının sertleşip elbiseye baskı yaptığını hisseti.
Ah olamaz elbisesinin ince kumaşından göğüs uçlarının çıkıklığı belli oluyordu. "Ben yürüyebilirim" dedi incecik sesiyle, Adam bakışlarını onun üzerinden çekti ve tekrar karşıya sabitledi.
Biraz daha gittikten sonra adam onu kucağından indirdi. Uyuşmuş bacaklarının üzerine bastığı zaman dengesini sağlayabilmek için adamın sert kolundan destek aldı.
Kendine geldiğinde etrafı inceledi adam ateş yakmıştı ve bir çadır kurmuştu. Burada bu çadırın içinde mi kalacaktı, Frank, ona geceleri ormanda haydutların dolaştığını söylemişti.
Ama birkaç saattir tanıdığı bu adama garip bir şekilde güveniyordu. Sanki onun yanındayken kimse ona bir şey yapamaz gibi geliyordu. Hava hafiften soğumaya başlamıştı. Üşüyen kollarını ısıtmak için birbirine sardı.
Adam gözlerini dikmiş bir saniye bile bakışlarını onun üzerinden ayırmadan Helen'i izliyordu. Bu adamda garip olan ve onu heyecanlandırıp kanını kaynatan şey neydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTKU DOLU KALPLER
Ficção Histórica!YETİŞKİN İÇERİKLİDİR...! İskoçya'nın küçük bir köyünde büyüyen Galler prensesi güzeller güzeli Helen'nin hikayesini okumaya hazır mısınız? Prenses olması gereken topraklardan daha kundakta bebekken sürülmüştü Helen ve onun kaderi İskoçya'nın bu çet...