İskoçya
1645
Helen bugün köye gelecek Portekizli çingeneleri göreceği için çok mutluydu. Her sene baharda bu eğlenceli insanlar birkaç günlüğüne çadırlarını bu köye kurup güzel çalgılarla müzikler eşliğinde dans ediyorlardı.
Helen, bahçedeki çiçekleri sulamayı bitirmek üzereydi ki bahçe kapısının önünden gürültü gelince kafasını oraya doğru çevirdi ve yere düşmüş olan Frank'i gördü.
"İyi misin Frank"
Frank yerden kalktı. Hayran gözlerle Helen'e bakacağım derken önündeki kocaman taşı görmemiş ve yere kapaklanmıştı. Ama Helen'in gülmemek için kendini zor tutan hali genç adamın çok hoşuna gitmişti.
Ah Helen, Frank'in tek ve imkansız aşkı, genç kız öylesine güzeldi ki, o kırmızının en can alıcı rengindeki saçları, yeşil gözleri pespembe dudakları ve harika kıvrımlı bedeniyle Helen, Frank'ın her gece rüyalarını süslüyordu.
"Şey iyiyim sanırım" dedi ve onun yanına gitmek için bahçe kapısını açmıştı ki kafasını girişteki tahtaya çarptı. Ah kahretsin yeterince rezil olduğunu düşünüyordu.
Ama Tanrı onunla aynı fikirde değildi muhtemelen, Helen yine bugün çok güzeldi gerçi o hep çok güzeldi. "Nasılsın" dedi Frank, sonunda mantıklı bir cümle kurabilmişti.
Bir süre daha sohbet ettikten sonra Frank." Bugünkü eğlenceye sende geliyorsun değil mi?" diye sordu. Helen heyecanla evet dedi. Ne giyeceğini bile neredeyse bir hafta önceden belirlemişti.
Zaten bir tane renkli elbisesi vardı. Diğer kalan elbiselerinin hepsi kahverengiydi ve yamalıydı. "Tamam o zaman bir saat sonra buradan geçeceğim beraber gideriz ne diyorsun" dedi Frank.
Helen evet dedikten sonra arkadaşıyla vedalaştı ve eve geri girdi. Teyzesi Fiona salonda oturmuş örgü örüyordu.
Fiona otuz dokuz yaşında genç bir kadındı. Siyah kıvırcık saçlı, kahverengi gözlü ve oldukça minyondu.
Hiç mi hiç benzemiyordu teyzesiyle Helen, Fiona ona tıpkı annesine benzediğini söylemişti. Annesiyle babası Helen daha çok küçükken bir asker baskınında hayatını kaybetmiş Fiona da onu oradan zorda olsa kaçırıp Helen'in hayatını kurtarmıştı.
Ah ne çok isterdi annesini babasını görmek, içindeki yara kanamış gibi sızlamaya başlamıştı. "Canım napıyorsun orada gelsene "dedi Fiona.
Helen kendini toparladı ve teyzesinin yanına gitti. Fiona'nın önünde çiçeklerden oluşan bir taç vardı. Helen şaşkınlık ve hayranlıkla bu güzel tacı eline aldı.
"Teyze bu ne kadar güzel bir şey "
Fiona onun elinden tuttu ve odalarına doğru gittiler. Elbise dolabının önünde durdular ve Fiona dolabı açtı. "Aman Tanrım" dedi Helen. Dolabın içi renk renk elbiselerle doluydu.
" Teyze bunlar kimin"
Fiona onun kendine doğru çekti ve sıkıca sarıldı. "Bunların hepsi senin canım" dedi bir yandan saçlarını okşarken. Helen teyzesinden biraz ayrıldı ve onun yüzüne baktı.
"Geçen gün Terzi Mola'nın kocasını tedavi ettim oda bana bunun karşılığında bir şey yapmalıyım deyince bende senin için bu güzel elbiseleri dikmesini istedim."
Helen nutku tutulmuş bir halde bu ışıltılı ve göz alıcı elbiselere baktı. "Teyze hiç gerek yoktu." Dedi.
"Güzel kızım sen her şeyin en iyisini hak ediyorsun, zamanı gelince eminim ki her şeyin daha fazlasına sahip olacaksın."Helen hiçbir zaman hiçbir şeyin fazlasını istemiyordu tek isteği biricik teyzesiyle sonsuza kadar mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşamaktı.
Fiona elbise dolabında yeşil renkli bir elbiseyi çıkardı ve Helen'e gösterdi. "Bunu hemen giymelisin canım" dedi. Helen teyzesinin elindeki elbiseyi aldı. Elbise o kadar güzeldi ki yumuşacık kumaşı, eteğinin ucunda ve kollarındaki motifler elbiseye ayrı bir hava katmıştı.
Helen hemen üzerindeki bir çırpıda çıkardı ve teyzesinin yeni aldığı kombinezonu ve korsesini giyip bacaklarına da beyaz yanları kırmızılı kurdelelerin olduğu üst bacağına kadar gelen çorabı geçirdi daha sonra teyzesinin yardımıyla o harika yeşil elbiseyi giydi.
"Sen otur canım"
Helen içeriye giden teyzesinin arkasından baktı. Fiona elinde içeride yaptığı çiçekli taç ile onun yanına geri dönmüştü. "O benim için mi teyze" Fiona başını salladı ve arkasına geçti saçlarını tarayıp tacı taktı.
"Evet şimdi aynaya bakabilirsin"
Helen heyecanla odadaki aynaya doğru gitti ve kendini gördüğü an şaşkınlıktan bir süre kıpırdayamadı.
Elbise üst bedenini ikinci bir deri gibi sarmıştı ve tam kalçasının üzerinden aşağı doğru süzülen çok güzel bir elbiseydi. Kare yakası sayesinde göğüsleri yukarıya doğru oldukça hoş bir şekilde belirginleşmişti.
Ve en önemlisi de o upuzun dalgalı saçlarını süsleyen çiçekli taç. Helen bu aynanın karşısında duran genç kıza hemen alışmıştı. Kendi etrafında döndü neşeyle ama teyzesiyle göz göze geldiğinde onun ağladığını gördü.
"Teyze noldu neden ağlıyorsun" Fiona elindeki mendille gözyaşlarını silerken bir yandan da konuşmaya başladı.
"Ah güzel kızım tıpkı annene benziyorsun"
Helen teyzesinin yanına gidip ellerinden tuttu. "O bizi izliyor ve seninle gurur duyuyor teyzeciğim" dedi.
Helen teyzesiyle vedalaştıktan sonra dışarıya çıktı ve onu kapıda bekleyen Frank'i gördü.
Tam merhaba diyecekti ki Helen, genç adam sabah ki gibi tekrardan önündeki taşı görmedi ve yere düştü.
"Aman Tanrım Frank"
///
Alex pusuya düştüklerini anladığı an kılıcına sarılmıştı, soysuz İngiliz askerine aralarından biri köstebeklik yapıyordu. O adi haini buradan kurtuldukları an bulacaktı.
Kalabalık İngiliz askerleriyle, mücadele etmeye çalışıyorlardı. Alex kılıcını üzerine doğru gelen düşman askerinin boğazından geçirdi ve etrafına bakındı.
"Scott herkes iyi mi?"
Alex yerde yatan başları bedeninden kopmuş insanlara baktı. Çoğu İngiliz askeriydi. Etrafa kaçışan birkaç İngiliz askerini gördükten sonra Alex rahat bir nefes aldı.
Vücudunda hissetiği acıyı umursamadı, "Değirmenci" Scott'un sesini duydu Alex ve hızla yere çökmüş olan Scott'un yanına gitti.
Yerde kanlar içinde yatan değirmenciyi gördüğü an Alex korkuyla onun yanına çöktü. "Nefes alıyor onu kurtaracağız" dedi ve değirmenciyi yavaş bir şekilde atına koydu klana geri gitmeye başladı.
Ona yetişmeye çalışan askerleriyle, olağanca çabuk şekilde kaleye vardılar. "Lanet olası,hasta tedavi etmeyi bilen bütün herkes buraya gelsin" dedi öfkeyle Alex.
Kaleye girip değirmenciyi yatağına taşıdı. Kanlar içinde yatan adam dakikalar geçtikçe daha da beyazlaşıyordu. Korkuyu ilk defa iliklerine kadar hissediyordu Alex.
Odaya dolmuş insanlardan biri Alex'in karşısına çıktı ve "Efendim Wralde köyünde yaşayan her hastayı ve yaralıyı tedavi eden bir kadın var ancak o iyileştirebilir değirmenciyi" dedi.
Alex adamın söylediklerini duyduğu an Scottu da yanına alıp hızla söylenen köye doğru atını sürdü.
İşte böylelikle iki gencin ilk karşılaşmaları gerçekleşecekti. Kader onları, onların haberi olmadan çoktan birbirine bağlamıştı.
Tutku dolu kalpleri sadece birbirleri için atacaktı.
Merhaba sizlerin fikirleri ve beğenileri benim için çok önemli tatlı yorumlarınızı ve güzel beğenilerinizi eksik etmeyin.
Kendinize dikkat edin.
Sağlıkla kalın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTKU DOLU KALPLER
Tarihi Kurgu!YETİŞKİN İÇERİKLİDİR...! İskoçya'nın küçük bir köyünde büyüyen Galler prensesi güzeller güzeli Helen'nin hikayesini okumaya hazır mısınız? Prenses olması gereken topraklardan daha kundakta bebekken sürülmüştü Helen ve onun kaderi İskoçya'nın bu çet...