12

2.5K 142 6
                                    




Gece boyu Gülşen uyuyup kalsa da ben Bilge'nin yanından ayrılmamıştım. Arada uyanıp ağlamış ve tekrar uyumuştu. Sabah olduğundaysa onu Gülşen ile arabaya bindirip yolcu etmiştim. Bilge' siz günlerim de böylece başlamıştı.

Tatil günü olduğu için henüz hareketlenmeyen sokaklarda bir süre gezmek dün gece üzerime çöken ruh halinden biraz sıyrılmak konusunda bana yardımcı olabilirdi.

Ölüm üzerine çok düşünsem de hala bu konuda tereddütler yaşadığımdan ve bu işin içinden bir türlü çıkamadığım dan olsa gerek her ölüm haberinde tekrardan kendimi bu sorgulamaların içinde buluyorum.

Arabada bu düşünceler içinde dolanırken bilinçaltımın beni getirdiği yere baktığımda birden kendime gelmiştim. Tabi ki Işık'ın dükkânı. Nereye gidecektim ki bu saatte. Eve mi? Kapıyı zorladığımda kilitli olduğunu görünce bende daha fazla zorlamayarak kapının önündeki masaya oturdum. Birazdan oradan çıkacağını adım gibi biliyordum çünkü. Kendime söylediğim çay ve simit eşliğinde kahvaltımı da yaptıktan sonra açılan kilit sesi ile kapıya doğru kafamı kaldırdım. 

İçeriden önce uzun bacaklı havalı bir kadın çıktı. Kapıda sağa sola baktıktan sonra gözlüğünü takıp bana selam verme teşebbüsünde bile bulunmadan çıkıp gitti. Arkasından ise daha gözünün feri yerine gelmemiş Işık çıktı.

" Yakında ahlak zabıtası basar burayı bak demedi deme" dedim çayımı içmeye devam ederken.

" Sana da günaydın Umut. Sabahın köründe ağzından bal damlıyor yine."

" Ben uyarayım da."

" Lan kim şikâyet edecek huylandırma beni. Kimsenin dükkânı açık değil hafta sonu burası geç uyanıyor."

" Simitçi açık. Yer misin çok güzel."

" Yerim tabi. Hayret bir şey."

" Bana niye kızıyon amk."

" Sana değil be. Piç gibi bıraktı gitti hatun baksana. Kullanılmış hissediyorum."

" Ha haha. Kullandılar mı seni. Aman da aman. Hahaha. Valla kanka bence o kız seni karanlıkta görmemiş. Hava aydınlanınca durumu farkına vardı ve kaçtı. Kız başka bir evrenden gibiydi.

" Senin çenene mi vurdu sabah sabah. Ayrıca sen napıyon burada bu saatte"

" Anlatırım. Dur sana bir çay getireyim."

Işığa son bir günlerde yaşadıklarımı bir çırpıda anlatmıştım. Bilge ile yaşadığımız şeyi anlattığım sırada boğulma tehlikesi atlatsa da 'ben biliyordum zaten' diyerek normale dönmüştü.

" Nerden biliyordum amk. Ben bile bilmiyordum. Yani biliyordum da ne hissettiğimi kabul etmem biraz vaktimi aldı."

" Malsın sen de ondan. Ben senin ciğerini biliyorum. Sana daha onu o barda gördüğün gün bir haller oldu. Betin benzin atmıştı be. Farkında değilsin."

" Yok, anasının amı. O zaman onu tanıyalı daha üç gün olmuştu saçmalama."

" Valla ben saçmalamıyorum da neyse. Son kısım hariç anlattıklarına çok sevindim. Sonunda olaylar biraz karıştı. Evde de durumlar boktan anladığım kadarıyla."

" Evde durumlar ne zaman güllük gülistanlık oldu ki zaten. Tam dedim ki artık hayatımda güzel şeyler de oluyor. Kız kalktı gitti yanımdan. Kim bilir ne zaman gelecek. Bencillik ediyorum tabi biliyorum da... Ne bileyim. Sanki aramıza mesafe girince beni unutacakmış gibi geliyor."

" Kısa süre de kendinizi bulamayabilirsiniz evet. Ama zaman düzeltir her şeyi. Yaşadığı şey zamanla hafifleyecek. İşte o an orada olmalısın. Bu arada yapabilir misin bilmiyorum da çok darlama kızı. Sadece kendini düşünüyormuş gibi düşündürürsün. O zaman hiç olmaz."

O gün akşama kadar Işık'ın dükkân da pinekledim. Işık'a çıraklık yaptım. Gelen müşterilere çay getirip götürdüm.  Ama kafamda hep Bilge vardı.

Ne o gün ne de onu takip eden üç-dört gün boyunca ona ne mesaj atabildim nede arayıp konuşabildim. Ne diyeceğimi bilemediğim gibi kafamı toplayıp ne yazılabilir diye düşünemiyordum bile. Evde işler iyice boka sarmıştı.

Ben de bir uğursuzluk vardı sanırım yoksa elimi attığım her şeyin boka sarması hiç mantıklı değildi. Bilge'nin aradığı gün yarım bıraktığım kavgaya gelince devam etmiş yine hak etmediğim bir sürü lafı yiyerek odama kapatmıştım kendimi. Bu yüzlerini bile görmek istemediğim insanlara tahammülüm gün geçtikçe azalmaktaydı ve evde artık daha çok hayalet gibiydim.

İş yerinde az biraz nefes alıyor gibi olsam da Bilge'nin boş sandalyesini gördüğümde yaşam enerjim gidiyordu. Bir iki gün böyle süren bu durum iş yerindekilerin de dikkatini çekince genel Müdür'ün cumayı bana tatil edip kesin bir dille itiraz kabul etmediğini belirtmesiyle hafta sonu çilem üç güne çıkmıştı. Akşamdan akşama haftada iki ya da üç kez basan afakanların hafta sonu basma sayısı iki katına çıktığı yetmiyormuş gibi birde buna iki üç tane daha eklenecekti.

Hafta sonunu Işık'la bir şeyler yaparak doldurabilirdim ama Bilge'nin nasıl olduğunu düşündükçe içimden hiçbir şey yapmak gelmiyordu. O olsaydı belki onun kafasını dağıtmaya çalışarak kendi kafamı da dağıtabilirdim. O an aklıma gelen fikirle Genel Müdür'ün odasına ani bir giriş yaparak karşısına dikilmiş buldum kendimi.

" Müdürüm pardon af edersiniz kapıyı da çalmadım ama. Bilge hanım ne zaman dönecek acaba bir bilginiz var mı?" Bilge'nin ne zaman döneceğini öğrenebilirsem belki onunla konuşmak için bir fırsat yakalayabilirdim.

" Bilmiyorum ki. İyi hatırlattın aslında bir Ozan Bey'den bilgi alayım. Durumu hassas ama işlerinde yürümesi lazım. Uzun sürecekse başka bir arkadaşa aktaralım işlerini." Telefonda ozan beyi arayıp biraz konuştuktan sonra bana dönüp,

" Ozan bey bugün görüşmüş kendisi ile pazartesi geleceğim demiş. Sıkıntı yok işler pazartesiye kadar bekleyebilir."

" Tamamdır müdürüm kolay gelsin size."

Bu akşam artık Bilge'ye yazmalıydım. Yarın iş olmayacağına göre sonrasında rahat rahat depresyona girilecekse de paşa paşa girerdim artık.

Onunla konuşmadan iş yerine gelirse eğer onun yüzüne bakacak cesaretim olmayabilirdi. Bu durum belki de onu kırabilirdi. Daha oturup doğru düzgün konuşamamışken onu kırmak en son isteyeceğim şeydi. O yüzden kesinlikle bu akşam Bilge'yi aramalıydım.

BeklenmedikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin