Umut
Yüzündeki morlukları ve yaraları gördüğüm anda o kadar şey hissettim ki bir anda. Bunların kelimelere dökülüp tarif edilmesi biraz güç. En belirgini öfkeydi evet ama kime öfke.
Anneme mi? Diğerlerine mi? Kendime mi?
Kendimi de suçlu hissediyordum evet. Onu o evde bırakıp çıktığım, umursamadığım, bunun olacağını bile bile bunu engellemek için bir şey yapmadığım için kendime de öfkeliydim.
Ama en çok anneme öfkeliydim. Bunu kendine yapılmasına izin verdiği için . Yıllardır bana yapılanlara izin verdiği gibi bunu da kendine yapılmasına izin vermişti. Her şeyin doğrusunu bildiği halde kendini ikna etmelerine izin vermişti. İşte bu yüzden en çok o suçluydu. Hiçbir şey yapmadığı için suçluydu.
Yüzüne baktığım anda konuşulacak hiç bir şey olmadığını farkettim. Konuşacak durumda da değildim zaten. İlk aklıma gelen şey onu oradan götürmekti ve bende öyle yaptım.
Bilge'nin yolda bütün kendi içinde mantıklı olan tekliflerini red ederek arabadan inmeseydim iyiydi aslında ama o an mantıklı cümle ayrımına varabilecek durumda değildim pek. Onu da bu işin içine soktuğum için kendime ayrıca kızdım arabadan indikten sonra ama artık çok geçti.
Eve geldiğimden beri kendimi sakinleştirmenin türlü türlü yollarını denesem de eninde sonunda aklıma dolan görüntüler annemin darmadağın edilmiş yüzü oluyordu. Annemi de beni de tabiki defalarca dövmüşlerdi bu ilk kez gördüğüm bir görüntü değildi ama bunu engelleyebilirdik. O evden o gece beraber çıkarak engelleyebilirdik bunu. Ama engelleyemedik. Bu yüzden çok canım yanmıştı.
Canımın yanması hala geçmediği içinde onu kapıdan girerken gördüğüm anda söylenmeye başladım.
" ya sen bunların olacağını göremeyecek kadar nasıl kör olabiliyorsun ya. Nasıl. Anlatsana biraz bu kadar mı kapalı senin algıların. Aklını mı yitirdin. Ne hale getirmişler ya seni. Kendi evinden kaçacak hale gelmişsin. Kendi evinden ya. Babamın sana bıraktığı evden kaçırmışlar seni. Sen kovamamışsın ama onlar kovmuşlar."
" umut beni evine getirmek zorunda değilsin ben bunun için aramadım seni."
" sen hala benim neyi yapıp neyi yapamayacağıma karışmasan mı ha anne. Ya bu işin böyle olacağı belli değil miydi anne. Daha o gece bana söylediğiniz gece. O heriflerin geldiği gece ben sana benimle gel demedim mi."
" Gelemezdim Umut. Bırakamazdım ben."
" İyi yapmışsın bırakmamakla. Bak ne güzel kırmışlar ağzını burnunu. O bırakamadığın annen kurtarmadı dimi seni. Bakmıştır öylece dayak yerken. Neden biliyor musun çöp kadar değerin yok çünkü onların gözünde. Sen o çöp kadar değer görmediğin insanları bana tercih ettin işte."
" ben seni kimseye tercih falan etmedim"
" bana masal anlatma anne. Neler yaşadım, neler yaşadık sende biliyorsun bende biliyorum."
"iyi susalım o halde"
" susalım çok iyi fikir susalım. Sen ve muhteşem fikirlerin. Hep bir çözümün olmuştur zaten. Ne yapalım Umut. Onlar bizim büyüğümüz Umut. Laflarına dikkat et sende Umut. Düzgün konuş Umut. Hareketlerine dikkat et Umut. Şimdi de sus Umut. Tamam susun bakalım Umut." Bu konuşmanın bir yere varmayacağını farketmiştim. Belki de gerçekten susmak çok iyi bir fikirdi. Zaten bu saatte de gereğinden fazla gürültü yapmıştık.
Annemle yaptığım tartışmanın sinirini ona bakarak üzerimden atmam pek kolay değildi takdir edersiniz ki. Aynı evin içinde gecenin bir yarısı bunu yaşamayı beklemiyordum ama yaşanacağını da biliyordum diğer taraftan. Birden oturduğum yerden kalkıp ağlayan annemi salonda bırakarak odama geçtim. Bilge uyumamış beni bekliyordu haliyle. Ayakta odanın içinde gezindiği sırada kapının açılması ile ürküp bana döndü.
