Evet arkadaşlar ,bu gün günlerden Pazar ve ben yaklaşık iki gündür uyuyamadığım için biraz depresif bir halde gibiyim. Bok gibi bir pazar gününden size merhaba demek istemezdim ama maalesef haberler de bok gibi. Bende haberler bir süredir bok gibi zaten.Bunun sebebini tabiki de hepimiz biliyoruz ve bu konu ile ilgili yapabileceğimiz pek birşey de yok.
Püüü... hepimize de yazıklar olsun. Hadi dağılalım hadi. Bir bok da olmaz bizden. Şuan sabaha kadar arabesk dinleyip evde yalnız başıma içsem bile yine sızamazmışım gibi geliyor bana. Çok saçma. Ama mümkün de bir taraftan.
Depresyonda gibiyim de , değil gibiyim de. Yoksunluk belirtileri ile baş başayım yine. Bir çift göze ve bir güzel kokuya bağımlılığı olan arkadaşlar size de merhaba be. Kader ortaklarım benim.
Ama size bugün bu durumumdan bahsetmeyeceğim. Sanki bir saattir neyden bahsediyormuşum gibi. Bana da bakın. Benim kafa gitti dostlar. Neyse. Size bugün sanki az derdim varmış gibi Bilge'nin hatırını kıramadığım için geldiğim bu yerdeki yine duyunca çok şaşırmayacağınız boktan ruh halimden bahsedeceğim.
Neredeyim, yada neden buradayım diye merak edenler için söyleyeyim,
Bir süre önce yaşadığım,
Yada yaşadığımı sandığım,
Aslında bir yaşamdan çok bir yanılsama içinde yapayalnız tüm vaktimi geçirdiğim o evdeyim. Her katil cinayet mahalline bir kez geri dönermiş derler, ben katil değilim belki ama burada çocukluğumun ve gençliğimin bir kısmının öldürüldüğüne eminim.
Yani aslında bu evdeyken genelde kendimi balkon gibi hissettiğim için bundan daha fazla dışarıda ve soğukta kalmış bir parça gibi hissetmem güç gibi belki ama geldiğimden beri oturduğum bu köşeden sanki burada yaşayan ben değilmişim de başkasının hayatını dikizliyormuşum gibi bir his ile uzaklara bakıyorum.
Buraya geldim çünkü ;
İçimdeki ona çok kızgın olsa da hala annesini yalnız bırakamaya kıyamayan o çocuğu tekrar üzmek istemedim.
Bu evde bu insanların arasında sıkışıp bin türlü ön yargı ve eleştiriye maruz kalmasına rağmen içinden hala masum masum 'annem hiç bir zaman yalnız olduğunu hissetmesin' diye düşünmesi ufaktan sinirimi bozsa da nasıl bir ruh hastalığına sahipsem içimdeki her şeyi tek tek öldüren bu yere geri geldim.
Şuan görüntülediğime göre, evdekilerin başında bir erkek olsun diye girişilen bu tiyatro, içinde olanları da gerçekten mutlu ediyor gibi de inandırıcıydı diğer taraftan. Annem, ananem, teyzemler, dayımlar şuan bir Rönesans tablosu gibiydiler. Neşe saçıyorlardı. Yapılan nikahtan sonra eve gelinmiş ve neşe içinde etrafta koşuşturuyorlardı. Bir diğer yanda da annemin yeni kocası ve vitaminsiz oğlu var tabi ama onları hiç anlatasım yok. Onları boş verin.
Bulunduğum köşede zaten beni umursamıyorlardı ama kalkıp gitmemi de ha bu içimdeki uşak engelliyordu işte.
Şu durumda aklıma babamın gelmesi de işleri daha içinden çıkılmaz bir hale gelmesini sağlıyordu sadece. Yıllar önce karşımdaki koltukta oturan ve buraya niye geldiğini sorgulayan o küçük çocuğun sağdan soldan duydukları ile ölümün ne olduğunu anlamaya çalışmasını hatırladım birden.
Ne hissetmiştim onu düşündüm yada şuan ne hissediyorum diye sordum kendime. Küçücükken insan ne kadar yaşayabilir ki yaşaması gereken yası.
Yada yas sadece küçükken mi nasıl yaşayacağını bilemediğin bir duygudur ki aslında. Şimdi hala içimizde kalmış olan 'o hisle nasıl yaşayabiliyorsun' diye soruyor musunuz siz kaybettiklerinizin arkasından. Ayaklarınız yere bile basmak istemezken hayatın içinde kaybolmak zorunda kaldığınız anlar yaşamadınız mı?