''İloş kalk artık, giremiyorum içeri hadi bak. Şeref yoksunu çağırıyor!'' Gözlerimi açmamla kaşlarımı çatmam bir olurken, nerede olduğumu ve sesin kime ait olduğunu sorguluyordum. ''Bak biraz daha bağırırsam nine odasından sopayla çıkacak diye korkuyorum.''
''İçeri gel.'' Duruşumu düzeltip yatakta oturur pozisyona geçmiştim. Burak odama girip meraklı gözlerle odamı incelerken en son bakışları beni bulmuştu. ''Benim burada ne işim var?'' Soruyu kendime sorsam da sesli dile getirmiştim.
''Nerede olacaktın?'' Burak doğal olarak sözlerime anlam veremeyip kaşlarını çatmıştı. Omuz silkip ayaklandım.
''Boş versene, ayılamadım işte.'' Gülümseyip geçmem için bana yol verdi. Dün en son şarkı dinleyerek gökyüzünü seyrediyordum, buraya ne ara gelmiştim? Nasıl uykum geldiyse, yatağa nasıl yattığımı bile unutmuş olmalıydım.
Lavabodan çıktıktan sonra hızlıca üzerimi değiştirip hazırlanmıştım. Kendi hazırlanma rekorumu kırmış olabilirdim, oldukça hızlı hazırlanmıştım. Ruh Hastası Hakan bir saat içinde verdiği adrese gitmemizi istiyordu, tüm telaşım bu yüzdendi.
Telefonumu şarjdan çıkarıp çantama koyduktan sonra hırkamı alıp odamın kapısına doğru adımladım. Nasıl gözüktüğüme bile bakamamış, saçımı rastgele tepeden toplayıp kendi haline bırakmıştım.
Kapıdan çıkmamla bir bedene çarpmam bir olurken düşmemek için epey çabalamış, kapının pervazına tutunarak dengemi sağlamıştım.
''Pardon İloş!'' Burak hızlı adımlarla Caner'in odasına geçerken, bu acelesini anladığım için sesimi çıkaramadım.
Beş dakikanın sonunda hepimiz hazırlanıp kapının önüne gelmiştik. Hakan'ın, Burak ve Bahadır yoluyla üçümüze gönderdiği kolyeleri de Hakan'ın zoruyla takmıştık. Basit bir kolye olmadığını tahmin edebiliyordum. İçinde her ne varsa boynumuzdan çıkarmamamız konusunda sıkıca uyarmıştı bizi.
Anneannem nereye gittiğimizi sorgulayıp telaşlı hareketlerle peşimizden koştururken oldukça bitkin görünüyordu. Ona kısa bir açıklama yaptıktan sonra ayakkabılarımızı giyip hızla evden çıkmıştık.
''Allah'ım neyle sınıyorsun beni? Hepsi senin için çiçeğim.'' Arabaya bindiğimiz sırada Burak kendi kendine söyleniyordu.
Bahadır arabayı çalıştırırken ben de dışarıyı seyretmek üzere başımı camdan dışarıya çevirmiştim. Arka koltukta oturmanın rahatlığıyla iyice yayıldım. Yağmur çiseliyordu ama hava gayet iyiydi, yaz yağmuruydu.
Burak ve Bahadır'ın yüzlerinde gördüğüm gergin ifade de bakışlarındaki endişe de aynıydı. İkisi de sevgilileri için büyük bir fedakarlık yapmış, onlar için baştan sona bilinmezliklerle dolu bir yola girmişlerdi. Birinin sizi bu kadar sevmesi ve sizin için hayatını tehlikeye atması nasıl bir duyguydu bilmiyordum, o kızlar çok şanslılardı.
Sevgi nedir bilmiyordum ama sevgisizliği çok iyi biliyordum. Her yerde aradığım, yokluğunda deliye döndüğüm kardeşimin bile bana olan sevgisinin boyutunun çokta büyük olduğunu düşünmüyordum. Sürekli tartışırdık, benden para istemek dışında çokta yanıma yanaşmazdı. Doğru düzgün muhabbet edemez, birbirimizin kıymetini bilmezdik.
Şu an yanımda olsaydı ona kocaman sarılmak isterdim. Beni sinir etsin, öfkeden deliye döndürsün diye neler vermezdim. Bir gün kavgalarımızı, tartışmalarımızı özleyeceğim aklımın ucundan dahi geçmezdi. Biri anlatsa bana, gülüp geçerdim.
İnsan her şeyin kıymetini yokluğunda bilmez miydi zaten? Eğer insanlar birbirinin kıymetini gerçekten bilseydi, sarılmak varken kırıp dökmeyi seçer miydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARMAŞA
AdventureYaptıkları fedakarlığın bedelini ödeyen üç arkadaş. Açığa çıkan gerçekler, herkesten gizlenen sırlar, anlam verilemeyen duygular, hayal kırıklığıyla dolu hayatlar... Koca bir bilinmezlik, büyük bir karmaşa. ''Yürüdüğüm yol bataklık, burası çıkmaz s...