Bazı anlar vardır hayatta, neden var olduğunuzu, amacınızı bilemeyip kaybolduğunuz anlar. O anlarda eğer sizin elinizden tutup kurtaracak biri yoksa, kaybolduğunuz yerden devam etmek zorunda kalıyordunuz. Belki yeniden başlamakla oluyordu bu belki boş vermekle ama bir şekilde yitip gidiyordu hayat.
Ben kaybolmuştum.
Odadan nasıl çıktığımı bilmiyordum. Bahadır'ı bile kurtların arasında bırakmıştım üstelik. Beni bu halde görmesini hiç istemiyordum. Herkesin bakışları bana dönmüştü odadan çıktığımda. Hepsiyle tek tek göz teması kurdum.
Kimileri acıyordu bana, kimileri üzülüp ah vah ediyordu, kimileri ise kızgındı bana. İşin en kötü yanı ise, hiçbiri duygularını gizlemeye çalışmıyordu. Ben ne düşünmüşüm, ne hissetmişim umurlarında bile değildi aslında.
Belki onlardan daha kötü bir hayat gördükleri için mutlu olup rahatlatıyorlardı kendilerini belki de evlerine döndüklerinde konuşulacak bir şey olsun diye böyle dikkatli inceliyorlardı ama hiçbiri anlamıyordu beni. Anlamalarını da beklemiyordum zaten, ateş düştüğü yeri yakardı.
Anneannemin odasına doğru ürkek adımlarla ilerlerken, derin bir nefes aldım.
''Şu surata bak, beş karış. Bu kız hep böyleydi. Hayır sen ev sahibisin, birazcık misafirperver ol. Sabahtan beri bir işe elini sürmedi, bir tabak kaldırdığını görmedim. Aile terbiyesi başka bir şey tabi, anneleri ölünce babaları bunları boşuna terk etmemiş. Adamcağızın bir bildiği varmış demek ki...'' Duyduğum sözlerle duraksayıp hayretle arkamı döndüğümde, kapının yanına koyulan sandalyelerde oturan kadın sus pus olmuştu.
''Ne diyorsun ya sen?'' Birkaç adım yanına yaklaştığımda sözlerimin ona olduğunu anlayıp kendisini geriye doğru çekmişti. Elindeki plastik tabağı kenarı koyarken, çatık kaşlarının altından bana ürkek bakışlar atıyordu.
''Anneannem öldü benim! Ne misafirperverliğinden bahsediyorsun sen? Ne biliyorsun da bizim hakkımızda saçma sapan konuşuyorsun? Ne hakla?'' Öfkeyle bağırdığım sırada evde büyük bir sessizlik oluşmuştu. Herkesin bakışları benim üzerimdeydi.
''Ne dedim ben şimdi kızım?'' Masum ayağına yattığında sinirim iyice tepeme çıkmıştı. Bakışlarımı ondan çekip sinirle güldüğümde sakinleşmeye çalıştığımın o da farkındaydı.
''En acı günümde sana hizmet etmediğim için bana saygısız dedin, ne halde olduğumuzu bile bile çekip giden adama hak verdin!'' Ben bunları söylerken yüzü şekilden şekle girmişti, rezilliklerini duyurmamdan rahatsız olmuş olmalıydı.
''Kızım sen beni yanlış anladın.'' Bahadır odadan çıkıp yanıma gelirken bakışlarını etrafta dolaştırıyor, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
''Ben berbat bir insanım, tamam mı? Saygısız, suratsız, ukala, şımarık... ne dersen de. Sizin olmamı istediğiniz insan değilim, olmayacağım da. Rahatladınız mı? Şimdi çıkıp gidebilirsiniz evimden.'' Bahadır belimden tutup sürekli öne doğru atılmamı usanmadan engellerken hiçbir şey söylememişti.
Benim olmayan evimden kovduğum insanlar da bana kınayan bakışlar atarak evimi terk ederlerken, bana acıyan kesim kalıp kalmamakta tereddüt ediyor gibiydi.
Bahadır beni kendine çevirip elini yanağıma koyduğunda eline yatıp gözlerimi kapattım. Sakinleşmek istiyordum, yatıp aylarca uyanmamak istiyordum.
''Çok yorgunum.'' Derken gözlerimi aralamıştım ve araladığım gözlerimden birer damla yaş firar etmişti. ''Nasıl geçecek bu acı?''
''Atlatacağız.'' Başımı doğrultup yanağımdaki elinden tuttum ve elini bırakmadan önce avuç içine küçük bir öpücük bıraktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARMAŞA
AdventureYaptıkları fedakarlığın bedelini ödeyen üç arkadaş. Açığa çıkan gerçekler, herkesten gizlenen sırlar, anlam verilemeyen duygular, hayal kırıklığıyla dolu hayatlar... Koca bir bilinmezlik, büyük bir karmaşa. ''Yürüdüğüm yol bataklık, burası çıkmaz s...