Girdiğim şoktan çıkmak için kendime zaman tanımadan, uzaklardan duyduğum sesinden tanıdığım sevgilime yakalanmamak için az önce önünde oturduğum evin yan duvarına yasladım sırtımı. Az önce oturduğum yeri göremiyordum, ben diğer tarafa bakıyordum ama yakındım.
''Sen ayarla bir şeyler.'' Köşeyi döner miydi, önümden geçer miydi bilmiyordum. Deli gibi atan kalbim mantıklı düşünmemi engelliyordu. Bir yanım onu görmek için can atıyor, bir yanım yüzleşmekten çok korkuyordu. Yüzüne bakacak yüzüm yokken onu görmeyi bu kadar istemek beni büyük bir çıkmaza sürüklüyordu. Yaşadığım şaşkınlıkla yerimde mıhlanmıştım, dizlerimin bağı çözülmüştü sanki. Ne kalacak cesaretim vardı ne de gidecek gücüm. ''Aynen.''
Ben sessiz kalsam da yerinden çıkacakmış gibi hızla atan kalbimin sesi beni ele verecek kadar güçlüydü. Sesini bile bu kadar özlemiş olmak beni çok korkutuyor, içimdeki hüngür hüngür ağlama isteğini tetikliyordu. Usul usul akan gözyaşlarım bu isteği biraz olsun bastırırken, ani bir hıçkırık krizi yaşamamak için elimle dudaklarımı örtmüştüm.
''Sahilde değilim Burak, geç gelirim.'' Burak'la konuştuğunu duyunca yüzümde istemsiz bir gülüş oluşmuştu. Onu da çok özlemiştim, keşke hoparlöre alsaydı telefonunu da onun da sesini duyabilseydim. Bahadır durmuştu ve durduğu yerden konuşuyordu muhtemelen ama neden duraksadığını bilmiyordum. ''Bilmiyorsun hayır, gelme zaten. Bakıcıya ihtiyacım yok.'' Gözyaşımı elimin tersiyle sildim.
Yüzümü şalımla kapatıp koşarak yanına gitsem ve sıkıca boynuna sarılıp hemen kaçsam, anlar mıydı acaba benim olduğumu? Ben onu kokusundan, yürüyüşünden bile tanırdım. O tanır mıydı beni görmeden?
Daha fazla kendimi tutamayacak, merakımla baş edemeyecektim. Nefesimi tuttum ve ne yaptığına bakmak için hafifçe eğildim. Kalbim, en fazla ne kadar hızlı atabileceğini ölçmek ister gibi atıyor, yeterince paniklememişim gibi işimi daha da zorlaştırıyordu. Az önce oturduğum yerde oturuyordu. Elinde çevirip dikkatle incelediği bilekliğe baktığımda şaşkınlıkla dudaklarım aralanmıştı, benim bileğimdeki bileklikti.
Bileğimde sandığım bilekliğimi ne ara bileğimden çıkarıp orada unuttuğumu sorguladığımda, onsuz geçen saatlerin can sıkıntısında tıpkı onun yaptığı gibi yapıp bilekliğimle oynadığımı hatırlamıştım. Kalkarken de almayı unutmuş olmalıydım. Onun yanında takmış mıydım, taktıysam dikkat etmiş miydi bilmiyordum ama bir yabancıya ait bilekliğe böylesine dikkatle incelemesine anlam veremediğim için tek ihtimal anlamış olması gibi geliyordu bana.
''Umutsuz vaka olduğumu söylüyordun en son, ne oldu?'' Bakışlarımı ondan çekmiştim. Eğer bilekliğin benim olduğumu anladıysa da sorun yoktu. Belki aklını kurcalardı bu durum, oraya geldiğimi anlaması beni üzmüyordu ama bunun bencillik olduğunu da çok iyi biliyordum. Beni unutmaması demek, bir yıl boyunca acı çekmesi demekti. Ben ikimizin yerine de bu aşkın acısını çekerdim elbette, o üzülmemeliydi.
Anlanacak bir durumda değildim, ağlanacak bir haldeydim ama beni anlamasını çok istiyordum.
''Alıştım Burak, sorun değil. Özlesem ne değişecek?'' Ardı arkası kesilmeyen gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim. Dalgınlık yapıp burnumu çektiğimde gözlerim kocaman açıldı. Sokak sessizdi, duyma ihtimali var mıydı? Duysa da benim olduğumu anlayamazdı herhalde, sokaktan geçen herhangi biri olabilirdi. ''Boş ver, o mutlu olsun yeter.''
Sözlerini kendi üzerime alınıp gülümsedim, başkasının ismini söylese mal gibi kalacaktım ortada ama olsundu.
''Neden şaşırıyorsun? Aşk böyle bir şey değil mi?'' Gülümsemem yüzüme yayılırken ona sarılma isteğimi bastırmak iyice güç bir hal almıştı. ''Kapa hadi, geliyorum.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARMAŞA
AdventureYaptıkları fedakarlığın bedelini ödeyen üç arkadaş. Açığa çıkan gerçekler, herkesten gizlenen sırlar, anlam verilemeyen duygular, hayal kırıklığıyla dolu hayatlar... Koca bir bilinmezlik, büyük bir karmaşa. ''Yürüdüğüm yol bataklık, burası çıkmaz s...