Gülseren'den bir şey çıkmayacağını anladığımız için harcadığımız boş vakitten başka elimizde bir şey olmadan evinden çıkmıştık. Hiçbir şey istediğim gibi gitmiyordu ve bu durumdan çok sıkılmıştım. Yapmam dediğim her şeyi yapıyor, yapmak istediklerimi yapamıyordum.
Hep beraber Hakan'ın attığı adrese giderken yanından geçtiğimiz ağaçları, evleri seyrediyordum.
Anneanneme artık Gülseren'le konuşmaması gerektiğini, kapıyı arkamızdan kilitleyip kimseye açmamasını söylemiştim. Onu arkamda bırakıp giderken bile içim içimi yiyordu bir şey olur diye. Güvende değildi, hiçbirimiz güvende değildik.
Fakat ben canımdan geçerdim de ondan geçemezdim. Kardeşim ve anneannemden başka kimsem yoktu, kardeşimi bulmaya çalışırken anneanneme bir şey olursa kendimi asla affetmezdim.
Yaklaşık on gündür kardeşimden haber alamıyordum. Kendimi çoktandır berbat hissediyordum ancak bugün içimde çok kötü bir his vardı ve beni boğuyordu. Nefes almakta bile güçlük çekerken, adım atacak halim yoktu.
Psikolojim bozulmuştu ve nasıl toparlanacağımı bilmiyordum. Her yanım yara bere içindeydi sanki, bir harabeden farkım yoktu. Melankolik ruh halimle etrafa karamsarlık saçtığımın farkındaydım ama kafayı yeme aşamasındayken bile insanları düşünemezdim.
Belki de her şey kardeşime kavuştuğumda düzelecekti. Tüm bu yıkım hiç olmamışçasına hayatıma devam edecektim. Bilmiyordum.
Bu karmaşık düzene isyan etmekten yorulmuş, pes edecek raddeye gelmiştim artık.
''Burası, değil mi?'' Bahadır, Burak'a sorusunu yöneltirken ben de boş gözlerle dışarı bakmayı kesip duruşumu düzelttim ve dikkatlice inceledim etrafı.
''Burası bizi ilk gün getirttiği koca kapılı yer değil mi ya? İlayda yoktu hatta.'' Burak'ın sözlerinden sonra Bahadır da eğilip iyice incelemişti önünde durduğumuz binayı.
''Evet, orası.''
''Ne demeye getirdi bize bunca yolu? Hayır yine video izletecekse açacağım ağzımı yumacağım gözümü, benzin fiyatlarından haberi var mı bu adamın? Telefona gönder işte, ne kasıyorsun?''
Burak'ın sözleri üzerine keyifsizce gülümserken Bahadır da Burak'a garipseyen bakışlar atıyordu.
''Gidelim hadi, ne diyecekmiş öğrenelim.'' Birlikte arabadan inerken düşüp bayılacak gibi hissediyordum kendimi. Sanırım tükenmişlik sendromuna yakalanmıştım. Yakalanmadıysam bile ortada bir tükenmişlik olduğu bariz belliydi.
Dalgın dalgın büyük kapıya doğru yürürken bir yandan da şarkı mırıldanıyordum.
Kapının önüne geldiğimizde Bahadır önceden geldikleri için bildiği kapı şifresini giriyordu ve ben de kapının üzerindeki desenleri inceliyordum. Tarihi bir yerin kapısı gibi duruyordu ama öyle değildi. Çeşitli desenler, sayılar ve harfler vardı.
Büyük bir gürültüyle açılan kapıdan içeri girerken etrafta insan olmamasının sevincini yaşıyordum. Bu ses epey dikkat çekiciydi. Tabi Hakan bizi burada öldürüp yedi yüz elli parçaya ayırmaya kalksa kimsenin ruhu duymazdı bu yüzden kimsenin olmaması bir yandan da tedirgin ediciydi.
Koca salona göz gezdirirken bu kadar boş oluşuna anlam verememiştim. Ortada büyük bir masa vardı ve masanın bizden tarafında gereğinden büyük bir koltuk vardı. Sanırım hayatımda gördüğüm en uzun koltuktu. Duvarda da büyük bir televizyon vardı.
Ekranda koca bir anahtar fotoğrafı vardı ve bu anahtarın motifini kapıda gördüğüme emindim.
''Bu koltuğu yeni koymuş, yoktu biz geldiğimizde.'' Bahadır bana açıklama yaparken aynı zamanda koltuğa yürüyorduk. Kapı arkamızdan aynı gürültüyle kapanmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARMAŞA
AdventureYaptıkları fedakarlığın bedelini ödeyen üç arkadaş. Açığa çıkan gerçekler, herkesten gizlenen sırlar, anlam verilemeyen duygular, hayal kırıklığıyla dolu hayatlar... Koca bir bilinmezlik, büyük bir karmaşa. ''Yürüdüğüm yol bataklık, burası çıkmaz s...