Gözlerim kendiliğinden aralandığında sabah olmuştu. Normalde etrafın aydınlanmasını ve yumuşak, cazip yatağımdan çıkmayı istemezken bu sefer saati görünce içim rahatlamıştı. Gece boyunca uyanıp durmuştum. Uykunun dinlenme olduğunu söylerlerdi ama değil dinlenmek, aksine kendimi daha da yorgun hissediyordum. Alarmın çalmasına henüz beş dakika vardı. Yarım yamalak uykunun sarhoşluğundan kurtulur kurtulmaz önceki geceyi hatırladım. Bir an rüya olduğunu sanmış, kendimi buna inandırmak istemiştim ama maalesef değildi.
Perdeyi araladım. Bahçe ve o lanet ağaç hiçbir şey yaşanmamış gibi tüm masumluğuyla bana bakıyordu. Yataktan kalkıp sendeleyerek lavaboya yürüdüm. Aynadaki görüntüm başka birine ait gibiydi. Yüzümdeki yastık izi, şişmiş göz altlarım, solgun dudaklarım... Güne daha güzel (!) bir başlangıç yapılamazdı herhalde. Gözlerimi rahatsız edici görüntümün yansıdığı aynadan ayırdım ve yüzümü defalarca yıkadım. Ağzımda diş fırçasıyla odamda çalıp duran alarmı kapatırken bir yandan giyeceğim şeyleri yatağın üstüne koyuyordum. Ağzımda acı bir tat bırakmış diş macununu tükürdükten sonra saçlarımı taramaya gerek duymadan topladım ve aynaya son bir bakış atıp aceleyle giyinip aşağı indim.
Annem her zamanki gibi kahvaltıyı hazırlamış, meyve suyumu dolduruyordu. İki kişilik bu küçük yaşantımızda kahvaltı bizim rutinlerimizden biriydi. Canım pek bir şey istemese de atıştırmaya başladım.
"İyi uyuyabildin mi?" diye sordu gülümseyerek. Geceyi düşündüm. Diş macunuyla birleşen meyve suyunun acı tadıyla yüzümü buruştururken sinirden gülmemek için kendimi zor tutuyordum.
"Evet." dedim.
"Deliksiz uyudum."
Annemin boş yere endişelenmemesi için mi yoksa tutulacağım soru yağmurundan kaçmak için mi yalan söyledim bilmiyorum ama gerçekten dün geceyi hatırlamak istemiyordum. İştahım kaçmıştı. Anneme az yemiş olmamı telafi edecek bir öpücük verdikten sonra kulaklığımı takarak dışarı çıktım.
Mevsimlerden ilkbahar olmasına rağmen kuşlar havada bana selam vererek uçmuyor ya da çiçekler bana gülümseyerek yolumu donatmıyorlardı. Etraftaki kasvet her adımda içime işliyordu. Kapalı hava ve karanlık bulutlar yağmur yağacağını söylese de sadece iç karartmakla kalıyorlardı. Bir damla bile yoktu ortalıkta.
Birkaç gündür böyleydi hava.
Bu kasabada garip olaylar yaşanmaya başlamıştı ve annem de "gökyüzü bile yas tutuyor." diyordu ama bana göre böyle şeyler saçmaydı.
Garip olaylar ne mi?
Birkaç çocuğun ortadan kaybolması, insanların hiç ateş yakmadığı halde evlerin bahçesinde ve yollarda küller bulması, hayvan cesetleri...
Yaşanan olaylar göz önünde bulundurulursa dün o kadar da korkmadığımı fark ettim. Her şey bir rüya kadar gerçek dışıydı ama ben annemin aksine paranormal olaylara ya da efsanelere inanmıyordum.
Bana göre her ne olursa olsun her şeyin mantıklı bir açıklaması vardı.
Olmalıydı.
Ne yaratıklara, ne zombilere, ne vampirlere ne de kurt adamlara inanırdım.
Hepsi bir düzine insanın uydurduğu ve salak insanların da inandığı saçma sapan şeylerdi.
Kafamı dün geceki olayların yaşandığı yere çevirdim. Neyse ki görmeye korktuğum şey orada değildi.
Belki de ceset sadece bir hayaldi, diye düşündüm ama hayır; olamazdı. Daha önce karanlık bile olsa gördüğüm şeyler konusunda yanılmamıştım. Gözlerim evin etrafında gezinerek bir ipucu aradı ama şu anda bu işe burnumu sokmak için ne lüksüm ne de vaktim vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyah ve Mavi (Tamamlandı)
VampireÖlümsüzlük uğruna öldüren bir katilin yeni avına karşı bir şeyler hissetmeye başlaması onu istediğini elde etmekten alıkoyabilir mi? Bir avuç güvendiği insandan başka kimsesi olmayan Rose, aslında kim olduğunu bile bilmediğini öğreniyor ve ölmekle...