Gözlerimi açtığımda etraf aydınlanmıştı. Uyuyup uyumadığımdan emin bile değildim. Belki birkaç saat dalmış olabilirdim ama gece boyunca gözüme uyku denen şeyin u'su bile girmemişti.Dinlenmiş olmak mı? Aksine. Büyük bir yorgunlukla yatağımdan kalktım ve küçük banyomda elimi yüzümü yıkadım.
Saçlarım dağılmış, gözlerimdeki hafif makyaj akmıştı.
Saç tokamı çıkartarak topuzumu tekrar yaptıktan sonra aceleyle bir şeyler giydim ve aşağıya indim.
Ben ayakkabılarımı giyerken annem bana garip garip baktı.
"Rose, kahvaltıyı kaçırmazdın. Üstelik en sevdiğin meyveden sıktım. Kan portakalı."
Kan mı? Hayır. Almayayım.
Psikolojim o kadar bozulmuştu ki aklıma saçma sapan şeyler geliyordu.
Suratımı buruşturdum.
"Hayır anne, geç kalmak istemem."
"İyi de daha var. Hem de yarım saatten faz-"
"Görüşürüz anne. Seni seviyorum."
...
Sınıfa girer girmez herkesin gözü bana çevrildi.
Harika.
Şu cadı gibi görünen halimle herkesi çığlık atarak tırnaklamak istiyordum.
Onları umursamayarak her zamanki yerime oturduğumda Jessica'nın suratı biraz asık gibiydi.
Üzerine doğru eğilerek yanağından öptüm.
"Neyin var Jessie? İyi misin?"
"Hiçbir şey." dedi gülümsemeye çalışarak.
Ben tam itiraz edecekken Damien araya girdi.
"Her zamanki Jessica işte Rose. Endişelenmeye gerek yok."
Jessica'nın Damien'a sert hatta öldürücü bir bakış atmasıyla tatlı sevgilim sustu.
Bu ikisinin atışmalarından bıkmıştım artık.
Matematik öğretmeni içeri girince sınıftaki şamata yerini hiç de hoşlanmadığım bir sessizliğe bıraktı.
Sessizlik benim için yalnızlığın çığlıklarıydı.
Ve ölümün göbek adı.
Çok zor olsa da dersi dinlemeye çalışırken Adrian ile göz göze gelmem beni bir anda karanlığa gömdü.
Neden gözlerine her baktığımda dünyam kararıyordu?
Ondaki bu gizemli karanlıkta sevdiğim bir şeyler vardı.
Angela'nın bana bakarak gülümsediğini fark edince ona karşılık vermeye çalıştım ama dudaklarım yalnızca hafifçe kıvrılabilmişti.
Tam bir şeyleri unutmaya başlamışken Adrian'ı görmemle tüm duygularım tazelenmişti.
Sözleri yeniden beynine tek tek bir çivi gibi çakılmış, mantıklı düşünmemi engelliyordu.
Tabi ortada mantık diye bir şey kaldıysa...
Soru işaretleri artık canıma tak etti etmişti ve ortada her ne dönüyorsa öğrenmeliydim.
...
"Selam." Maviliğinde kaybolmak istediğim o gözler beni hapsederek canımı yakınca tek yapabildiğim kekelemek oldu.
"Se-selam Erik."
Onunla baş başa kalmayı sevmiyordum ama o beni hep yalnızken yakalıyordu.
Gözlerimi kaçırıp koridorda yürümeye devam ediyordum ki beni belimden yakaladı ve boynumun üzerinden fısıldadı.
"Şşşt. Nereye asabi kız?"
"Bırak beni." dedim bağırırcasına.
"Yediğin tokatı unuttun galiba."
"Unutur muyum? Senin elinin dokunduğu yer gül bahçesi oluyor."
Onu sertçe kendimden ayırarak arkama döndüm ve gözlerine baktım.
"Ne istiyorsun benden?"
"Senden sadece "biraz sen" istiyorum Rose, çok mu?"
Görüş açım bulanmış, sadece Erik'in kırmızımsı mavi gözleri net görünmeye başlamıştı.
Birkaç saniye sonra gözlerinin tamamen kırmızı olduğunu fark edince kaçmak istedim ama gücüm nefes almaya bile zor yetiyordu.
Başımı tuttum ve zorla da olsa gözlerimi kapattım.
Tek dileğim her şeyin bir rüya olmasıydı.
"Başın dönüyor değil mi?" dedi bulanık dünyamdaki tek net ses.
"Ve tek ilacın benim."
Düşmemeye çalışarak birkaç adam geriledim.
"Ne-nesin sen? Uzak dur benden anlıyor musun? Uzak dur!"
"Lütfen." diye ekledim yalvarırcasına.
Aniden aklıma gelen birkaç kelime bulanıklığı azalttı.
"O zaman gözlerimi düşün."
Hatırlamak zor olsa da Adrian'ın siyah gözlerinin zihnimde canlanmasıyla başımı döndüren o his geçti ve her şey normale döndü.
Koşar adımlarla sınıfa girerken istem dışı olarak mırıldandım ve bu beni korkuttu.
"Hayır Erik benim ilacım sen değilsin. Benim ilacım Adrian."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyah ve Mavi (Tamamlandı)
VampireÖlümsüzlük uğruna öldüren bir katilin yeni avına karşı bir şeyler hissetmeye başlaması onu istediğini elde etmekten alıkoyabilir mi? Bir avuç güvendiği insandan başka kimsesi olmayan Rose, aslında kim olduğunu bile bilmediğini öğreniyor ve ölmekle...