48. Bölüm

6.4K 531 119
                                    

Keyifli okumalar...

Oturduğum kayanın üstünde hafifçe eğilerek dibi görünmeyen uçuruma baktım.

O kadar yüksekti ki sadece bir saniye bakmak bile başımın deli gibi dönmesine neden olmuştu.

Bana ölümü çağrıştırıyordu bu uçurum.

Mezarlıkları, korkuyu, soğuğu, umutsuzluğu, intihar etmeyi...

Kafamı uçurumdan bulutlu, mavi gökyüzüne çevirdim.

Baktıkça içim huzur doluyor, umutlarım yeniden alevleniyordu.

"Rose?"

Gözlerimi gökyüzünden daha mavi olan gözlere çevirdim.

Hızla ayağa kalktıktan sonra üzerimdeki tozları silkeleyerek ona baktım ve neşeli bir şekilde şakıdım.

"Selam Erik, naber?"

Şaşkın bakışlarla beni süzdükten sonra kaşlarını hafifçe çattı.

"Burada ne işimiz var?"

"Beni takip etmek zorunda değildin. Ayrıca annen küçükken sana verilen bir selamın alınması gerektiğini öğretmedi mi?"

Duygusuzca,

"Benim annem yok." dedikten sonra konunun üzerinde durmak istemeyerek konuşmama izin vermeyip devam etti.

"Ayrıca seni takip ettiğim filan yok. Beni buraya çağıran sensin."

Tekrar uçuruma doğru dönerek kanatlarım varmış gibi kollarımı kocaman açtım.

"Ben kimseyi çağırmadım, tek amacım biraz yalnızlıktı."

"Geri çekil Rose." dedi net bir ses tonuyla.

"Orası çok yüksek ve düşersen kemiklerini bulamam bile."

Uçurumdan aşağı düşen birkaç taş parçasını umursamayarak bir adım daha attım ve ayakkabılarımın yarısının boşluğa geldiğini hissettim.

Beni gömleğimin arkasından hızlıca çekince kaşlarımı çatarak ona döndüm ve göz göze geldik.

O kadar güzel bakıyordu ki...

İçimden,

"Hayır Rose, saçmalama." diye geçirsem de gözlerimi gözlerinden ayıramıyordum.

Kalbimin derinliklerinde bıraktığı hisler canımı yakıyordu.

Ben onu dikkatle seyrederken yüz hatları sertleşti ve alaycı ifadesi ciddileşerek yerini daha etkileyici bir havaya bıraktı.

Ölesiye bağlıydık ve benim canım deli gibi yanıyor, başım dönüyordu.

Ona yakın olmak çok iyi hissettirirken bir yandan da beni yerle bir ediyordu.

Adrian'ı düşünerek geri çekilmeyi düşünürken o aniden vampir hızıyla geri geri koşarak benden birkaç metre uzaklaştı.

"Bir süre uzak dursak daha iyi olur Rose."

O ormanın içinde kaybolurken,

"Haklısın." diye mırıldandım ve başımı yeniden uçuruma çevirdim.

Korkusuzca aşağı bakarken başımdan geçen şeyleri düşündüm.

Okula ilk gelişlerini, aldatılışımı, kanımın sömürülerek bir yaratığa hiç olmak istemediğim bir şeye dönüştürülmemi, biricik annemin elimden kayıp gitmesini, onu koruyamamı...

Bu kadarı yetmezmiş gibi bir de bu aptal okula gelmiş, her gün Erik'in rüya ziyaretlerine maruz kalmış, Adrian'la defalarca kavga etmiştim.

Üstüne üstlük artık hiçbir şey basit bir "kavga" dan ibaret değildi.

Şuan baktığım gibi bir uçurum vardı sanki aramızda.

Bir köprü kurmak, ona ulaşmak isterken her şey daha da kötü olmuş o Julia'yla beraber olmayı seçmişti.

Hayalimde de olsa teyzemi gözümün önünde yedikleri sahneyi unutamıyordum. Acaba şu an ne yapıyordu? Annemden bana kalan son kişi, teyzemi de göremiyordum.

Artık yetmez miydi?

Bu kadar acı, bu kadar olay yetmez miydi?

Neden bu olanlar hep benim başıma geliyor, canım neden bu kadar yanıyordu?

Bir de inadıma yapar gibi bulutlar gökyüzünü daha da çok kaplayarak etrafı kararttılar ve birkaç dakika geçmeden yağmur yağmaya başladı.

Önce yavaş yavaş atıştıran yağmur bir anda hızlandı.

Sağanak yağmurun altında gözlerimi bile açamıyordum.

Elbisem, saçlarım sırılsıklam olmuştu ama ben üşümüyordum.

Adeta kanıyordum.

Sadece ölmeyi diliyordum.

Bir ölü olarak yaşamak, her gün bir kere daha ölmek...

Ölmek bunlardan daha iyi değil miydi?

Eğer ki annem söylediklerinde haklıysa, ölen insanlar dünyadakileri görebiliyorsa kim bilir benim hakkımda neler düşünüyordu?

Kendimden nefret ediyordum.

Duygularımı kontrol edemiyor, sadece ölümü düşünüyordum. Acımı dindirmenin tek yolu buydu. Sonsuz bir uykuya dalıp her şeyi unutmak...

Kafamı uçuruma çevirip son kararımı verdim.

Adrian'ın sert bakışları, Julia'nın sinsi gülüşü, bıçağı suratımı hedef alarak fırlatışı, Kayla'nın tehdit dolu sözleri, Angela'nın bağırışı, teyzemin mırıldanışı...

Hepsi bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçtikten sonra küçük bir adım attım.

İçimi ürperten uçurumun kenarında dikilirken zihnimde bütün sesler yankılanıyor, bana eziyet ediyorlardı.

Herkes neden bana düşman olmuştu, neden bu kadar kötüydüm?

Neden?

Neden?

Neden?

Adrian beni her zaman kurtarırdı, düşman olsak bile yardım etmişti işte bana.

Yine gelir miydi?

Hayır, biliyordum asla gelmeyecekti çünkü burada olduğumdan haberi bile yoktu.

Bağımızı koparmış, onun canını yakmış, sert çocuğu eritip bitirmiştim.

Bir de başımı belalara sokup o aptal ritüele katılmıştım.

Kolumdaki dövmeye baktım ve uçuruma ayağımla birkaç taş parçası düşürdüm.

Sonra da kendimi...


Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Siyah ve Mavi (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin