Sevgili okuyucularım, artık (çok şükür) üniversite sınavını atlattığım için daha sık bölüm yayınlamaya çalışacağım. Yaz tatilimi yazmaya yoğunlaşarak geçirmek istiyorum. Uzun süredir aklımda olan kurgum da yakın zaman içinde sizinle buluşacak inşallah. Umarım o da ilginizi çeker. Desteğinizi bekliyor olacağım. Sizi yeni bölümle baş başa bırakıyorum. İyi okumalar.
Talihsiz olayın üzerinden bir hafta geçmişti. Gece boyu eğitim dışında sınıftan çıkmıyor, dersler bitince de hemen yatakhaneye veya kütüphaneye gidiyordum. İçimde kopan fırtınalara rağmen oldukça sakin sayılırdım. Neredeyse hiç konuşmuyor, yemeklerimi de yalnız başıma sınıfta yiyordum. Bazen Jason ve Linda'nın da bana eşlik ettiği oluyordu ama onun dışında tek odağım dersler ve kütüphanede araştırmayla geçirdiğim vakitler olmuştu.
Son zil de çalar çalmaz sıramın üzerindeki eşyalarımı çantama doldurdum ve Larry'e görüşürüz dedikten sonra kalktım. Amacım bir hayalet gibi kimseye görünmeden kütüphaneye gitmekti. Koridora çıktığımda Julia'yı gördüm. Benimle uğraşmaya çalıştığında umursamayıp karşılık vermediğim için son günlerde tamamen yakamı bırakmıştı. Zaten istediğine kavuşmuş, ben eski günlerdeki gibi silinip gittiğim, ortalarda görünmediğim için okulun gözdesi yeniden sarı cadı olmuş, bu yüzden benimle bir işi kalmamıştı. Başımı önüme eğip hızlı adımlarla kütüphaneye yürümeye başladım.
Yaptığı yaramazlıklardan dolayı cezasını çeken küçük bir çocuk gibiydim. Sessiz, mahcup ve pişman... Uslanmıştım işte! Artık neden bitmiyordu cezam? Adrian neden hâlâ beni neden onsuzlukla cezalandırıyordu?
Ne kadar umursamaz görünmeye çalışsam da içimdeki boşluk dolmuyordu. Onu görmeyi ne kadar arzulasam da onunla göz göze gelmek bana acı verdiğinden bulunduğu her yerden kaçıyordum. İçten içe onun da beni özlemesini, yokluğumu hissetmesini istemem de inkar edilemez bir diğer sebepti.
Kafam düşüncelerle dolu, yürürken birine çarptım. Refleks olarak elleriyle kollarımı kavrayan kişiye bakmak için kafamı kaldırdığımda Adrian'ın güzel yüzüyle karşılaştım. İçim titremişti. O kadar yakındık ki... Gideceğini düşündüm ama yutkundu ve gözlerime bakmaya devam etti. Elleri bana temas ederken kendimi aşkla eriyen bir buz kütlesi gibi hissediyordum. Ondan önce yoktum, ondan önce nefes almıyormuşum gibi karşısında, içimde yükselen heyecanla yaşamanın verdiği tüm zevkleri hissettim. Sarılmak istedim ama cesaretim yoktu. Gururum bu kadar kırılmışken ona dokunamıyordum. Bağımıza ulaştığımda ortak hissiyatı buldum. Özlem.
Ellerini gevşettikten sonra yavaş hareketlerle kollarımdan çekti. Hasretle parıldayan gözlerini gözlerimden ayırıp,
"Biraz dikkatli ol." dedikten sonra yanımdan sıyrılıp gitti. Sesi çabasına ihanet etmeyerek net çıkmayı başarmıştı. Titriyordum. Dönüp beni kucaklamasını ve hiç bırakmamasını istiyordum. Kafamı korkuyla arkaya çevirip son kez ona baktığımda onun da bana baktığını gördüm. Göz göze geldiğimizde hemen önüne dönerek yürümeye devam etti.
İçimdeki duygu yoğunluğu anlatılamaz boyuttaydı. Hissettiklerimin ağırlığıyla duvarın dibine çökecek gibiydim ama hayır, güçlü olmam gerekiyordu. Yürüdüm, başımın dönmesini engellemeye çalışarak kütüphaneye girdim ve bulduğum ilk yere oturdum. Tek düşündüğüm şuan ne hissettiğiydi. Benimle aynı duyguları paylaştığına emindim ama o benden daha inatçıydı ve benim ayaklarım çivi gibi yere sabitlenmişken göz temasımızı bozmayı, çekip gitmeyi başarmıştı. Oysa ben saatlerce ona bakabilir, öylece bekleyebilirdim.
Birikip gözümden akmaya çalışan yaşları elimin tersiyle silerek kendime gelmeye çalıştım ve çantamı orada bırakıp ayağa kalktım. Bir şeyler okumak iyi gelebilirdi. Vampir edebiyatı rafına geldim, parmaklarımı kitapların üzerinde gezdirerek ilgimi çekecek bir şey aramaya başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyah ve Mavi (Tamamlandı)
VampireÖlümsüzlük uğruna öldüren bir katilin yeni avına karşı bir şeyler hissetmeye başlaması onu istediğini elde etmekten alıkoyabilir mi? Bir avuç güvendiği insandan başka kimsesi olmayan Rose, aslında kim olduğunu bile bilmediğini öğreniyor ve ölmekle...