'Annen yıllar önce kocamın aklını yıkamış. Şimdi benimle sevişirken bile adını sayıklıyor kocam. Annen yüzünden ben kalbine giremiyorum ve sen buna engel oluyorsun. Hayat gayem kalmadı. Madem ben böyleyim sende benimle geleceksin öbür dünyaya.'
Özlem intihar etmişti. Önce beni vurup sonra kafasına sıkmıştı...
'Bu haplar ayahuasca kökünden yapılma yüksek dozlu ilaçlar. Diyeceksin ki o ne hemen onu da açıklayayım sana hizmette sınır yok. Bu ilaç senin beynine olmadık şeyler sokacak. Yani kendi korkularınla ölmekten beter olacaksın burada. Halüsinasyonlar göreceksin, korku ve paranoya seni esir alacak. Mideni de boşaltabilir ona da razı gel artık.'
Ailem, palyaço, Arslan Fırat... hayaldi.
Açelyanın evinden çıktığımızda beri sessizce yerine oturan taşlar bunlardı. Kötü yanı gerçekleri hatırlamak bana bir şey hissettirmemişti.
Saatler sahil kenarında geçerken Fıratın beni banka oturtup su bulmak için büfeye gitmesiyle onu beklemeye başladım.
Şeffaf olup karşısında durmak, zaman zaman beni kendimden soğutsa da kabul etmediğim ama bariz bir gerçek vardı. Ona kendimi açmak, maskesiz bütün gerçekliğimle konuşmak bana iyi geliyordu.
Bu zamana kadar kime kendimi açsam karşımda eline verdiğim silahla beni vuracak gibi hissettim. Eline silahı ben zaaflarımla verdim. Fırat beni benim silahımla vursa sesim çıkmazdı. Kaybettiğim güvenimi ağlar otururdum.
Belki de bir insanın bir insana duyması tehlikeli olacak olan güveni ben ona duyuyordum. Şimdiye kadar kimseye duymadığım içindi bu kadar yoğun hissim.
Beynimde ki boşluklar dolmuştu. Neler yaşadığımı. Neyin hayal neyin gerçek olduğunu hatırlıyordum. Sadece iki odada geçen günlerimi, aldığım ilaçları, yediğim dayakları hatırlıyordum. Yaşadığım sandığım çoğu şeyin hayallerimden ibaret olduğundan emindim.
Özlemin gözümün önünde intihar ettiğini öncesinde bana saplanan kurşunu hatırlıyordum.
Ve annem ya da kimse. Hiç kimse.
Hiçbir şey değişmemişti. Hayatım ne düzene girmişti ne alt üst olmuştu. Koşa koşa Arslan Fırata anlatma isteğim de yoktu çünkü ben hatırlamadan o her şeyi biliyordu.
Oturduğum bankta sağıma baktığımda uzun boyu ve kalıplı cüzzesiyle bana yaklaşan Arslan Fırata baktım. Evet dağ gibi duruyordu ama yaklaştıkça bir şeyler fark ettim.
Omuzları düşüktü, ayakları emin adımlar atmıyordu, dağınık duruyordu. Sanki bir felaketten çıkmış arkasında enkazı bırakıp yürüyor gibiydi. Göz altlarında morluk, yüzünde yaşına göre fazla kırışık vardı.
Mesleğinin en büyük başarılarından birine imza atmıştı belki ama yorgun ve yılgındı.
Bu halinin üstüne çöken omuzlarında bir de ben ağlayarak yük ekliyordum. "Ceylan... Yine mi ulaşmıyor sesim." Bakışlarım vücudundan yüzüne çıktı.
Elindeki suyu bana uzatıyordu. "Teşekkür ederim." Her zamanki kuru eyvallahlarından bahsedip yanıma oturdu. "Arslan..." Bakışları bana döndüğünde devam ettim. "Ben yarın ifade vermek istiyorum."
"Olmaz her şeyi hatırlamadan kusursuz ifade veremezsin." Bakışlarını gözlerinden kaçırdım. "Hatırlıyorsun. Ne zamandır."
"Kriz geçirdikten sonra ayık kalmaya çalışırken sanki o anlardaydım. Film şeridi derler ya öyle oldu." Sanki günlerdir bilinç altının oyunları o an bitmiş ve bana gerçekleri vermişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MARİJUANA +18
Teen FictionDünyaya uyuşturucunun kucağında gelen Ceylan Aydinç, yaşadığı 25 senelik ömründe ilk defa bir çıkış yolu arar. Karşısına beklenmedik bir anda sonunu getirmek için çıkan Arslan Fırat Beydemir, hayatının dönüm noktası olur. Uyuşturucu bağımlısı kadın...