36. Bölüm

4.7K 233 13
                                    

Ne kadar felaket yaşanırsa yaşansın o an geçtikten sonra oturup neler yaşadığımızı düşünmekten başka bir şey yapmak elimizden gelmiyordu. Haftalardır süregelmiş sıkıntılar silsilesi ardından şuan kanepede oturup fıstık ezmesi kaşıklıyordum. 

Bir kaç gündür yaptığım bu yeme işi artık bende alışkanlık olmuştu. Barbarın yanına uğrayıp vakit geçirdikten sonra Arslan Fırata telefon gelmişti. Beni eve bırakıp emniyete geçmişti. O günün üstünden tam 5 gün geçti. 

Evi bana bırakıp günlerdir ortada yoktu. Arada eve gelip market alışverişi yapan polis memuru dışında eve gelen giden olmamıştı. Bazen arayıp ne durumda olduğumu sorsa da yetmiyordu, artık evde durmak canımı sıkmaya başlamıştı. 

Mahkemeye kalan kısıtlı süreyi nedense beraber geçirecekmişiz gibi hissetmemin ardından onu beş gün görememek beni hüsrana uğratmıştı. Mahkeme yarındı ve emindim gecesini gündüzüne katıp deli gibi çalışıyordu. Bu kadar kuyruğuna gelmişken ondan daha farklı bir şey beklenmezdi. 

Yarın gerçekleşecek mahkemeden çıkan sonuçla soluğu hastanede alacağımı biliyordum. Dahası hastane sonunda göreceğim uyuşturucu tedavisiydi. Günlerdir aldığım sayısız ilaçlar ne kadar beni ataklardan korusa da yorgunluk, halsizlik, baş ağrısı gibi beni bir nevi uyuşturacak belirtiler veriyordu.

Vücudumun üst bedenini kaplayan dikişlerim iyileşmişti. Bu gün sabah gelen polis memuruyla karnımdaki bıçak kesiğindeki dikişler alınmıştı. Omzumdaki kurşun yarasının dikişlerine daha zaman vardı. Artık hastanelerden sıkılsam da bu sürecin yeni başladığının farkındaydım. 

Son kaşığımı fıstık ezmesi kavanozuna daldırdığımda bununda sonunun geldiğini anladım. Bu beş gündür altıncı kavanozumdu. Sağ olsun alışverişi yapan memur beni ikiletmeden her gün alıyordu. 

Elimdeki boş kavanozu masaya koyduğumda saatin akşamüstü dört buçuk olduğunu fark etti. Bu gün diğer günlerin aksine daha yavaş geçiyordu. Tek başıma olmak yeteri kadar zamanı durdururken bu gün erken kalkmış olmam daha da yavaş geçmesini sağlıyordu. 

Yanımdan gelen titreşimle telefonumun çaldığını fark ettim. Fırattan başkasının aramayacağını bildiğim için bakmadan cevapladım. "Efendim."

"Ceylan, nasılsın?" Tam tahmin ettiğim gibi yorgun sesli bir adet Arslan Fırattı. 

"İyiyim, televizyon karşısında pinekliyorum. Sen nasılsın?" Bir kaç haşur huşur sesin ardından bir yere oturduğunu anladım.

"Yorgun ve artık sıkılmış. Bir kaç saate işim biterse eve gelmeyi planlıyorum haber etmek istedim." Adam kendi evine gelirken haber ediyordu. "İstediğin bir şey var mı? Ya da ihtiyacın olan bir şey?" Boş olan fıstık ezmesi kavanozuyla bakıştık.

"Var aslında." Ona karşı çekincem olmasa da bu yediğim ezmelerin mideme bıraktığı hasardan korkuyordum. "Fıstık ezmesi alır mısın markete uğrarsan? Evde bitti de, hem kahvaltı da yersin ben evdekini de bitirdim." 

"Sabah Musayla görüştüm ve günlerdir istediğin fıstık ezmelerinden haberim var. Nasıl bu kadar ezmeyi yiyebiliyorsun Ceylan. Umarım artı olarak sabah kahvaltını akşam yemeğini de yiyorsundur." Evet yiyordum, yaptığım tostları bir güzel mideye indiriyordum.

"Sadece almayacağını belirtebilirdin azar çekmene gerek yoktu amirim. Neyse gelince görüşürüz." Telefonu kapatıp karşı kanepeye attığımda trip attığımı fark ettim. Az önce adama saçma bir sebepten trip atmıştım. Yaptığım şeyi fark edince kendi halime güldüm. 

O benim canımın istediği bir şeyi almamıştı. Bunun karşılığı tabii ki olmalıydı. Bu zamana kadar birbirimize hep kısasla yaklaşmamızın verdiği rekabet duygusuyla düşündüm. Aklıma gelen sinsi planla odaya geçip duşa girdim. 

MARİJUANA +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin