Bazı insanlar buz kesilir sıcacık yerlerde, bazen de donacağı yerde huzur bulur insan. Göz yaşı sıcak gelir mesela bazılarının, bazılarının da buz kesilir yanağına düştümü. Bazıları çok şanslıdır mesela mutluluktan ağlar, bazıları da ağlayamaz artık göz yaşı kuruduğu için. Bazıları intihar etmek ister bazılarıda intihar eder mesela...
Morgdan çıktığımda göz yaşlarımı hemen sildim. Ardından Ulaş ile göz göze geldim "İyi misin?" Dedi. "Evet" dedim titreyen dudaklarımla. Diğerleri yoktu, onlar hastane kapısında bekliyorlardı. "Telefonun çaldı içerideyken." Telefonum Ulaştamıydı? Bunun bile yeni farkına varmıştım. Telefonumu uzattı. Numaraya baktım. Yine o numara. Her sene 12 Eylül de mektup geldi mi diye sadece ısrarsız 1 kere çalan o numara. Şimdi 3 kere çalmıştı. Öğrenmişmiydi? Onun yüzünü görmek şu an isteyeceğim son şeydi. Hatta asla istemezdim. Biz onun soyadından değildik, nasıl ona haber gidebiliyordu. Ulaş'ın mırıldanmasını duydum. "Baban." Ona baktım. Oda bana. "baban değil mi?" "Evet." Dedim. "Seninle evine gelicez buradan çıkınca. Yani eğer gelmemizi istersen." "Tamam, gelebilirsiniz." Hastane kapısına çıktığımızda hepsi karşımda duruyordu. Serhat koluma girdi ve bana bir tost uzattı. "Eğer bunu yemezsen seninle çok fena bozuşuruz" "Serhat aç değilim" Armağan yanımıza geldi "Ağzına zorla tepmemi istemezsin değilmi Mavi, hemen yiyorsun!" Elinden tostu aldım. Ama yemedim. Boğazım konuşmama bile izin vermezken nasıl yemek yiyecektim. Arabaya bindik ve evimin yanına arabayı park ettik. Ceplerimi kontrol ettim ve anahtarımı buldum. Kapı kitlenmemişti. Annem her zaman kitlediği kapıyı kitlememişti. Dışarı neden çıktığını bile bilmiyordum. İçeri bir adım attığımda buram buram menekşe kokusu yüzüme çarptı, annem gibi kokuyordu her yer. Gözlerimi kapattım bir süre ve açtığımda bir damla göz yaşı düştü gözümden. Zordu, o olmadan gerçekten zordu. Özgür'ün elini kolumda hissettiğimde onların da burada olduğunu hatırladım. Sanki benim iyi olmam için nefeslerini tutuyorlardı. İçeri girdim ve Amerikan mutfağa tostu bıraktım. Koltukta bir battaniye vardı her zaman üzerine örtüp televizyon izlediği. Yanında sıcak su torbası. Gülümseyerek ağlamaya başladım. "İstediğiniz şekilde oturtabilirsiniz bana bakmayın öyle" dedim yine gülümseyerek. Göz yaşlarım akıyordu ama gülümsüyordum. Dışarıdan şizofren gibi görünüyordum ama olmama da az kalmamışmıydı zaten. Yavaş yavaş montlarını çıkarıp koltuklara oturdular. Ecem yanıma geldi. "Mavi, sende otur istersen sana kahve yapayım. Hatta papatya çayı. Varmı? Yoksa alsınlar." "Var şu dolapta olması gerek" dedim ve bir dolaba uzandım. Orada yoktu diğer dolabı açtım oradada yoktu. Gözyaşlarım şiddetlendi. Şimdi o olsaydı sorabilirdim. "Anne nerede" diye ama o yoktu. Bir daha da gelemeyecek. Kabullenmen lazım Mavi... dolapları hızla kapatıp bir sandalyeye oturdum. Yüzümü avuçlarımın içine aldım ve çaresiz bir çocuk gibi ağlamaya devam ettim. Ulaş geldi "Şşş. Tamam geçti... geçecek..." diyerek sırtımı sıvazladı. "Mavi, bana bakarmısın?" Ona baktım. "Ulaş ben ne yapacağım... hiç bir şey bilmiyorum..." acılarımı ufak şeylerle sebeplendiriyordum. Büyük şeyleri içimde yaşayıp dışarı küçük şeylerle vuruyordum. Ulaş dudaklarını birbirine bastırdı. Ecem'e baktı. "Bak buldum, buradaymış." Dedi Ecem. Elinde papatya çayı vardı. "Hadi gel otur Ecem yapar sende içip biraz sakinleşirsin olurmu?" Dedi Ulaş, ona olumlu anlamda kafamı sallayıp koltuklardan birine geçtim. Evde sadece Ecem'in çalıştırdığı kettle'in sesi vardı. "Mavi, annenin kıyafetlerini toplamamız lazım." Dedi Yağmur. Burnumu çektim ve kısık bir sesle "ben hallederim bu gün" dedim. "Halan teyzen veya dayın hiç kimse yokmu? Annenin arkadaşı da olabilir. Evde kuran okunması gerekiyor" dedi Özgür. "Bir kaç arkadaşı vardı. Komşularımız yani. Çağırırım." Dedim yine aynı şekilde. Ecem papatya çaylarımızı getirdi. Titreyen soğuk ellerimi kupa ısıtmıştı. "Ne zaman, cenaze olacak?" Diye sordum çayımdan bir yudum alarak. "Yarın öğlen." Dedi Ulaş. Bir süre sessizlik ile geçti. Çayımı bitirmiştim. "Dolapta her şey vardır. İsterseniz alabilirsiniz veya bir şeye ihtiyacınız olursa söylersiniz. Ben yukarıdayım eşyaları halledeyim" dedim. Hepsi gülümseyerek başını salladı. Yukarıya yöneldim ve sonra onlara döndüm. "Hava soğuk, şömineyi yakalım" dedim. "Sen yukarı çık biz hallederiz" dedi Ulaş. Ona kafamı sallayıp yukarı çıktım. Kendi odama girdim. Yatağımın üstünde bir zarf vardı. Annem bırakmıştı. Babamın doğum günü zarfı. Sinirle zarfa bakıyordum. Hepsi ondan sonra başladı. Herkes ondan sonra gitti. Mektubu elime aldım. Ve açmak için yöneldim. Sonrasında aklıma tüm mektupların saklı olduğu çekmece geldi. Annem bana her mektubu verdiğinde "Bunları ben öldükten sonra aç, duymak istemiyorum" derdi. Annem gitti. Şimdi hepsini açabilirdim. Merak dahi etmiyordum. En son ilk aldığım mektubu açmıştım 2 yaşımdayken. Annem açıp elime vermişti ve bana okumuştu. Çekmeceyi açtım ve taşmak üzere olan 18 mektubu gördüm. Elimde 19. Duruyordu. Tüm mektupları elime alıp yatağıma oturdum. Gözyaşlarım mektupların üstüne düşüyordu. İlk elime üzerinde 12 Eylül 2005 yazılı mektubu aldım 1 yaşındayım.
Güzel kızım, iyiki doğdun. Yanında değilim ama bir gün yanında olacağım. Sadece bekle. Büyümeyi bekle.
Sevgili Baban.
Mektubu alıp kenera fırlattım üstünde 12 Eylül 2006 yazan mektubu aldım. 2 yaşımdayımGözleri güzel kızım, iyiki doğdun. Gözlerin bana benziyormuş. Bir gün yakından göreceğim. Ve birbirimizin gözleri birbirine yansıyacak. Sadece bekle. Büyümeyi bekle.
Sevgili baban.
O gözleri görmemek için herşeyimi feda ederim. Elime diğer mektubu aldım 12 Eylül 2007. 3 yaşımdayım.
Kızım, doğum günün kutlu olsun. Bir gün o mumları beraber üflememiz dileğiyle. Seni seviyorum. Sadece bekle. Büyümeyi bekle.
Sevgili baban.
Bu mektubu okurken ne onun kızıydım nede çok sevdiği kızı. Seninle de asla o mumları üflemeyeceğim. Çünkü o mumları üflerken hep dileğim senin yok olmandı. Mektubu sinirle diğerlerinin yanına fırlattım. Sinirle nefes alıp veriyordum. Ve gözyaşlarımı durduramıyordum.
Diğer mektupları da okudum. Şimdi sıra 12 Eylül 2022 de idi.
Güzel kızım, bu gün reşit olmuşsun. Doğum günün kutlu olsun. Bir gün o güzel saçlarından öpmem dileğiyle. Seni seviyorum. Çok az kaldı. Sadece bekle. Büyümeyi bekle.
Sevgili baban.
Daha ne kadar büyüyecektim. Sinirle elime son mektubu aldım. Yine aynı şeyleri okumak istemiyordum. Ama anneme söz vermiştim. Bari bu sözümü tutsaydım. Sıra 12 Eylül 2023 yazan mektuptaydı. Göz yaşlarımı sildim ve derin bir nefes aldım.
Güzel kızım, doğum günün kutlu olsun. Zaman geldi. Artık büyüdün. Seni göreceğim. Artık beklemene gerek yok. Bir gün karşına çıkacağım. Seni seviyorum.
Sevgili Babam
Ne? Şok içinde mektuba baktım. Ellerim tekrar titremeye başladı. Anlaşılan papatya çayı işe yaramamıştı. Panik atak geçiriyordum. Yine. Mektubu aldım ve yırtmaya başladım. "Senden nefret ediyorum!" Diye bağırıyordum ağlayarak. Daha çok çığlık atmak mı desek Mavi. Tüm mektupları paramparça ediyordum. Ardından arkamdan bir ses duydum. "Mavi!" Mektupları parçalamaya devam ediyordum. Sonra iki kolumu da arkadan biri tuttu. Mektuplar elimden düştü. Bende ağlayarak yere çöktüm. Ondan nefret ediyordum. Ama o beni çok sevdiğini ve beni göreceğini söylüyordu. Arkamdaki kişi benimle beraber eğilmişti. Onun kucağında gibiydim ve çocuk gibi bağırarak ağlıyordum. Kriz geçiriyordun Mavi. Kulağımda bir fısıltı duydum. "Şşş. Geçti... sakin ol... buradayım." Bu Ulaştı. Yavaş yavaş ağlamam duruyordu. Sakinleşiyordum. "O... geri geliyor... büyüdüm..." sonra ona döndüm. "Benim peşimi bırakmayacak..." Ulaş saçımın bir tutamını kulağımın arkasına attı. "O mektuplarda ne yazıyordu?" "Beklemem gerektiği ,büyümeyi beklemem gerektiğini söylüyordu tam 18 mektup boyunca şimdi ise zamanın geldiğini söylüyor." "Mektupları yeni açtın ama?" "Annem ben öldükten sonra aç demişti. Hiç bir sözümü tutamadım bari bunu tutayım." Dedim burnumu çekerek. "Yağız beni aradı." Gözlerimi gözlerine diktim. "Neden?" "Mavi beni yanlış anladı dedi. Annenin durumunu sordu. Bende vefat ettiğini söyledim. Cenazeye gelmek istediğini yani sana sormamı istedi." "Gelebilir. Ama onu görmek veya konuşmak istemiyorum. Annem severdi onu, annem için" başını olumlu anlamda salladı. "Şimdi daha iyi misin?" Dedi gülümseyerek. "Hep bir şey olduğunda sen varsın. Hiç gitme olur mu?" Dedim. Ellerimi tuttu. "Hiç gitmeyeceğim hep burada olacağım." Dağılmış odamda yerde oturmuş dizleri dizlerimde elleri ellerimde beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Ulaş kimdi benim için? Veya neydi? Arkadaş mı? Her bir sorun olduğunda bana sözler veren, sakinleştiren kişi benim neyimdi? Yada ben onun için kimdim? Veya neydim? Arkadaş mı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Gibi
Literatura Kobieca-Ölü Gibi hissediyorum Serhat. +Ölüler hissedemez. -Ölü değil, ölü gibi arasındaki farkı anlaman gerek. +Biz hep ölü gibiydik o zaman. -Aynen öyle. ------------------------------ Bir genç kızın, 6 kişilik bir katil grubunu yakalaması ve ardında...