26.İlk ama asla son değildi...

58 27 3
                                    

Birisini tespit etmek için uğraşmak gerekir mi? Veya tek harekette mi tespit eder insan? Sağımda ve solunda yırtık mektup parçaları. Önümde gözlerime usanmadan bakan Ulaş ve geçen onca dakika. "Babanı sevmemenin sebebi sadece seni terk etmesi mi?" "Hayır, o..." dedim ve gözlerimi kapattım. Söylemek istemiyordum. Ona babamın nasıl bir cani olduğunu anlatmak istemiyordum. "Tamam, anlatmak zorunda değilsin." Dedi Ulaş. Ardından zil çaldı. Ve kapı açıldı. Yağmurun bağırış sesi ile irkildim. "Mavi!" Ayağa kalkıp kapıya yöneldim, kapıyı açıp merdivenlerden indim. Ulaş peşimdeydi. "Kim geldi?" "Bilmiyorum seni sordu." Kapı aralıktı. Kapıya doğru yaklaştım. Derin bir nefes alıp titreyen ellerimle kapıyı açtım. Karşımda gördüğüm kişiyi tanımıyordum. "Merhaba." Dedi adam. "Merhaba?" Dedim sorarcasına. "Mavi, sen misin?" Gözleri mavi, saçları kırlaşmış ve yüzüde yavaş yavaş buruşmuş bu adam bana şefkat dolu bakıyordu. Bu o muydu yoksa? "Evet. Siz kimsiniz." "Ben senin amcanım Mavi." Amca mı? Benim? Benim bir amcam mı vardı? Biyolojik olarak amcam olsa bile o benim amcam değildi. Adama şok olmuşçasına bakıyordum. "Murat ben, Murat Tekin. Annen vefat etmiş. Yeni öğrendim, başın sağolsun." Sonra konuşmaya devam etti "Annen ve baban-" derken sözünü kestim. "Benim babam yok ve onun soyundan kimseye de ihtiyacım yok." Dedim sitemle. "İçeri gelmeme izin verirmisin?" Ulaş adamın görüş hizasına geçti. "Mavicim konuşmamız lazım, ben senin ne olursa olsun biyolojik bir akrabanım" kapıyı daha fazla açtım ve içeri girmesi için işaret ettim. Yavaş bir şekilde içeri girdi. Girdiğinde şaşkınlıkla salondakiler yerinden kalktı. "Lütfen oturun." Dedi Murat denen adam. Bir koltuğa oturdu ve bende karşısına oturdum, Ulaş yanıma geldi. Sessizliği Yağmur bozdu. "İçecek ister misiniz?" Dedi. "Bir su alsam iyi olur." Dedi ve gülümsedi Murat. "Ne diyeceksin?" Dedim duygusuzca. "Mavi, sen istesen de istemesen de benim yeğenimsin." "Benim bir akrabam yok." Dedim dişlerimin arasından. Ulaş sol kolumu baş parmağı ile sakinleştirmek istercesine okşuyordu. "Baban ile annen sevgili oldukları zaman ikiside birbirini çok severdi, neredeyse her gün onlarla beraber gezer tozardık." Hikayesini anlatmaya başlamıştı. Ne dinlemek nede duymak istiyordum hikayelerini. Pür dikkat beni izliyordu vereceğim tek bir tepkiyi benden dört gözle bekliyordu. "Sonra annen ile baban evlenmeye karar verdi. Çok mutlulardı. Hatta bu dünyaya fazlaydı onların birbirine karşı olan sevgisi." Gözlerim zaten kıpkırmızıydı ve şu an gözlerim dolmuştu. Çünkü biliyordum, bu güzel cümlelerin ardından hikayenin sonunu biliyordum. Acıydı. Her şey gibi. "Babanın nikah şahidi oldum. Kalabalık bir düğünleri olmamıştı belki ama 20 kişilik bir nikahları olmuştu. Onlar için önemli olan mutlu olmaktı. Her ne olursa olsun." Sonra Murat devam etti "Evlendiklerinden 2 yıl sonra bir arama belirdi telefon ekranımda baban arıyordu." Nefes aldım. Kendimi sıkıyordum. "Sana benim bir babam olmadığını söylemiştim. Ona baban diye hitap etme." "Tamam" dedi ve suyundan bir yudum aldı. "Telefonu açtığımda Ali annenin hamile olduğunu söyledi. Bir yeğenim olacağını. O kadar şok sevindim ki. O gün Almanyadaydım 2 gün sonrasına uçak bileti aldım. Ve Türkiye'ye geldim." Yüzü git gide düşüyordu. "Üç ay sonra cinsiyet belirlendi, bir erkek çocuğu olacağı söylendi." Ecem'in ağzından ufak bir "Ne?" Sesi çıktı. Gerçekten Ne? Benim bir kız olduğuma göre annemin karnında ki kişi ben değildim. O zaman kimdi? "Annen çocuğu dünyaya getirdi, bir erkek çocuğu. Kapkara gözleri olan. Kapkara saçları olan aynı annene benzeyen bir erkek çocuğu." Bir erkek kardeşim mi vardı? Hayatta mıydı? Bu şu an kaldırabileceğim son şeydi. Yada artık zor şeylere alışmışmıydım? "Bir erkek kardeşim mi var?" "Dinle." Dedi ve devam etti "Çocuğun adını Mert Efe koydular. 3 yaşına kadar hep beraber oyunlar oynar güzel anlaşırdık. Annen ile Ali'nin arası da gayet iyiydi, Mert'e bir kardeş bile düşünüyorlardı. Sonra bir gün annen beni aradı nefes nefese, "kaybettim" dedi "Mert'i bulamıyorum" dedi. Ağlıyordu. Ali'ye haber veremezdik. Verseydik kızgınlıktan ne hale geleceği belli olmazdı. O gün boyunca karakoldaydık. Mert'i bulamadılar ve akşam eve gittik. Ali evdeydi. Annen ağlaya ağlaya Mert'i kaybettiğini bulamadığını anlattı. Ali'nin o akşam gözü döndü. Benim önümde annene tokat attı. Onu ne kadar korumaya çalışsamda koruyamadım. Ali Mert'e çok değer veriyordu. Sonrasında beni o akşam evden kovdu. Annene ne yaptı bilmiyorum. Tam 4 ay boyunca aradık Mert'i ama bulamadık. En son Ali de pes etti Annen de. Annen ve Ali artık mutlu değildi. Mutluluk yeminlerini bozmuşlardı. Bir gün onlardan habersiz onlara gittim. Morallerini düzeltmeyi beklerken evden bağırış sesleri duydum. Kapıyı çaldım ve annen-" derken dayanamadı. Gözlerin kapatıp bir of çekti. Gözümden bir damla yaş geldi. Annem bana bunları anlatmıştı. Teker teker. "Annenin yüzü mosmordu. Yanakları kızarmış gözleri dolmuştu. Kısa kollu tişörtünden gözüken kollarının belirli yerleri mor belirli yerleri kırmızıydı. O kadar acınası gözüküyordu ki ne diyeceğimi veya ne yapacağımı şaşırmıştım. Ardından baban geldi kapıya beni gördüğünde içeri gelmemi söyledi. Abimi ilk defa böyle görüyordum. Sonra içeriye girdik ve annen asla yanımıza gelmedi. Bazen ağlama sesleri geliyordu. Gece orada kaldım. Sabah kalktığımda Ali yoktu. Bir mektup bırakıp gitmişti. Anneni aradım evde odasında yoktu. Oda gitmişti. Abimi aradım. Günler geçti aylar geçti ama yoktu. Geri de gelmedi. Günlerden bir gün telefonum çaldı. Hastaneden arıyorlardı, annen doğum yapmış. Çok şaşırmıştım. Kimsenin haberi Yoktu. Annenin odasına girdiğimde bebek dikkatimi çekti. Pembe renkli bir kundağa bağlanmış. Gözleri kapalı bir bebek. Pamuk gibiydi ve küçücük olmasına rağmen o kadar güzel di ki. Annen ile konuştuk ,bebeğin Ali den olduğunu söyledi. Ama o bebeğe asla babasını göstermeyeceğinde de kararlıydı. O gün ona bir söz vermemi istedi. Bir daha onun hiç karşısına çıkmayacaktım. Ama eğer benden önce ölürse o bebeğe herşeyi açıklayan kişi ben olacaktım. Ona söz verdim. Gitmeden önce bebeğe tekrar bakmak istedim. Annene adı ne diye sordum "Mavi" dedi. Neden diye sorduğum an bebek gözlerini açtı. O an gözleri gözlerime yansıdı. Masmavi cam gibi gözleri vardı o bebeğin. Aynı babasına benziyordu. Ona baktığımda gözlerim dolmuştu. Sanki özlem gidermiştim gözleriyle. İşte o bebek sendin Mavi. O güzel bebek sendin o gözlerinde bizi gördüğüm bebek sendin" dedi gözleri dolu dolu. Acıyla gülümsedim. Gözlerimi elimin tersiyle sildim. "Senden özür dilerim Mavi, bu güne kadar sana Amca olamadım. Ama annene bir söz vermiştim ve ben sözümü tutarım. Beni affedebilecek misin?" Hiç bir şey söylemedim. Ayağa kalktım ve mutfağa gittim. Titreyen ellerim ile kendime bir bardak su doldurdum. Onun hiç bir suçu yoktu. Ve onun gözlerinde güven gördüm. Bir abim olma ihtimali vardı. Belki biri tarafından kaçırılmış belki de şu an kendi başının çaresine bakabilen bir adam bu dünyada bir yerde benden habersiz yaşıyordu. Yada yok olmuştu. Masanın üzerinde bir sigara paketi gördüm. Şu an nefes almak istemiyordum. Annem nefes bile alamazken temiz bir nefes almak bana ağır geliyordu. Vişne aromalı sigarayı elime aldım. Bir tane çıkarıp çakmak ile yaktım. Çok sigara içen bir insan olmadım. Sadece bazen içerdim can sıkıntısına. İçime çektiğim vişne aromasını balkonda dışarı veriyordum. Salıncağa oturup bağdaş kurmuştum. Gökyüzüne bakıyordum. Ardından fısıldamaya başladım "Anne, beni görüyor musun?" Gözümden bir damla yaş geldi, aldırmadan bir duman daha içime çektim. Ve dışa geri verdim. "Bir amcam varmış." Dedim ve gülümsedim. Şu yaşımda görmediğim ve yaşamadığım acı kalmamıştı. Her şeyin başlangıcını bilmeden ortasına bırakılmıştım. Bitmeye yakın başını öğrenmek daha acıymış. Sonra dışımdan tekrar ettim "bitmeye yakın başını öğrenmek daha acıymış" "Daha hiç bir şey bitmedi, yeni başlıyoruz" arkamı döndüğümde Ulaş kapıya yaslanmış beni izliyordu. "Şu an hayatta bir kardeşin olabileceğine inanıyormusun?" Dedi ve yanıma oturdu. "Onu bulacağım." "Amcanı affedecek misin?" "Hiç bir suçu yok, sözünü tutmuş" "Ona çok benziyorsun. Gözleriniz aynı." Dedi büyülenmiş bir şekilde. Sonra gözleri elime kaydı. "Saçmalama." Dedi kaşlarını çatarak. "Ne? Saçmalama?" "Sigara içmeyeceksin." "Şu an ihtiyacım var," "İçmeyeceksin dedim Mavi." "Ulaş" "Sen benim hayatımda ,benim için kimsin?" "Ne?" "Benim için kimsin? Nesin? Arkadaş mı?" Elini yavaşça elimin üzerine koydu ve sigarayı elimden aldı. Söndürüp bıraktı. "İçeri geçelim" "İstemiyorum" soran gözlerle bana bakıyordu. "Tamam o zaman bekle, burada" Ulaş içeri gitti ve kısa bir süre içerisinde geri geldi, elinde bir kutu vardı. Ve salıncağa yanıma oturdu. "Dün doğum günündü ve aslında sana bunu dün verecektim." Soran gözlerle ona bakıyordum. "Bu da ne?" Dedim. "Biliyorum, şu an hediye kabul edecek bir durumda veya psikolojide değilsin fakat seni anlayabiliyorum. Sende bazen kendimi de görmüyorum değil hatta." Olumlu anlamda başımı salladım. Gözlerini gözlerime kenetlemişti resmen. "Ve senin yerinde olduğum zamanlar sadece kendimi dinledim, iç sesimle kavga ettim taki onlar gelene kadar." Başı ile içeriyi işaret etmişti. "Onlar bana umut oldu, yalnız olmadığımı hatırlattı. Ve bende anladım ki bir insan yalnızlığı kendi seçer, seçeneklerini görmen lazım Mavi" ona tekrar anlamaz gözlerle bakıyordum. "Sen yalnız değilsin Mavi, yanında biri olmak zorunda değil. Tek başınayken de yalnız olmadığını bilmen gerek." Ona yine hayranlıkla bakıyordum. Bir kitap okuyormuş gibi hissediyordum. Ama o gerçekti. Gerçekten gerçekti. Bana biraz daha yaklaştı. "Hani bana demiştin ya, gözlerin çok güzel diye. Bu basit gözlerime çok güzel olduğunu söylemiştin." Ona olumlu anlamda tekrar başımı salladım. "Gözlerim sana bakarken gerçekten güzel oluyormuş. Yani insan olduğu şeye değil neden böyle olduğuna bakarsa değeri anlar" "Sen benim için bunu ifade ediyorsun. Değeri. bu kolyede senin o değerli gözlerinde ki gibi mavi renginin her tonunu kapsıyor. Ve şunu biliyorum. Senin gözlerin denize değil gökyüzüne benziyor..." ona büyülenmiş bir şekilde tekrar bakıyordum. Kolyeyi kutusundan çıkardı. Kolyede ki taş mavi renkli ve parıl parıl parlıyordu. Şu zamana kadar gördüğüm en güzel kolyeydi. Yada bakan kişi miydi güzel olmasının sebebi. "Teşekkür ederim...gerçekten." Ardından karşılık verdi "Bir şey değil...gerçekten." Dedi ve gülümsedi. Ardından boynumu işaret etti. Kolyeyi takmak istiyordu. Saçlarımı sol tarafa aldım ve kolyeyi takması için arkamı döndüm. Nefesini boynumda hissediyordum. Manolya kokuyordu. Annem gibi. Taktığında önüme döndüm. Yine o siyah gözlerini mavi gözlerime kenetlemişti. Ona gülümsedim ve sonra sıkı sıkı sarıldım. Kollarımı boynuna doladım ve oda ellerini belime. O an herşeyden uzaklaşmıştık sanki. "Çok güzel kokuyorsun...aynı bebek gibi." Kulağıma fısıldadığı sesi huzur vermişti. Bende onun kulağına fısıldadım. "Sende çok güzel kokuyorsun...aynı annem gibi." Gözümden gelen bir damla yaş onun sırtına değdi. "Sakın ağladığını söyleme." Dedi. "Ağlamıyorum." Dedim ve gülümsedim. Sonra benden ayrıldı. Ve elleriyle yüzümü arasına aldı. Yanağımda ki Gözyaşlarımı sildi. Ve yanağıma ufak bir öpücük kondurdu. Bu Ulaş'ın beni ilk öpüşüydü. O an karnımda garip bir şey hissettim. Nefes boruma kadar uzanan bir his. Sanki ölecekmişim ama arkama bakmadan gibi. Evet şimdi anlamıştım. Ulaş benim arkadaşım değildi. O ayrıydı. Herkesten. Herşeyden. Hepsinden. Ve yine evet bu Ulaş'ın beni ilk öpüşüydü ama şunu da biliyorum ki asla son olmayacaktı...

Ölü Gibi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin