56.Bölüm

5.8K 400 45
                                    

İyi okumalar...

26.Haziran

Yıl 2015, 24 Temmuz Amerika

'Neşe saçarak gezdiğimiz her sokağa göz yaşlarımızı döktük...'

İnsanoğlu ne bilinmez bir varlıktı. Saati saatini tutmayan bir varlık, ne düşüneceği ve ne yapacağı kestirilemeyen bir varlık diye düşündü Nurvet.

Bitkin ve yorgundu. Başında inanılmaz bir ağrı vardı. Zonklamadan daha kötü, sanki balyoz darbeleri vuruluyordu. Ağlamaktan şişmiş gözleri ve kurumuş dudakları sızlıyordu. Dudaklarının iç kısmını parçalamıştı. Arada ağzına kan tadı geliyordu.

Düşünmek istemiyordu. Ama istemeden düşünceler aklına sirâyet ediyordu.

Hastaydı. Kafasında bir tümör vardı. Daha yirmi iki yaşında gencecik bir kızın karşısına, geçerek acımasızca beyninde tümör var dendi.
Rahatlatıcı cümleler kurulmadı. Güzel sözler söylenerek avutulmadı. Başlarından savarak gerçeği dile getirip görmezden gelindi.

Telefonu tekrar çalarken göz ucuyla baktı.
Yakın arkadaşı Larisa'nın ekrana yedinci cevapsız çağrısı düştü.

Sabah evden dolaşmaya gidiyorum diyerek çıkmıştı. Parkta yürüyüş yaparak gezdiği sırada aniden gözlerinin karardığını hatırlıyordu. Burnundan gelen kanı da hissetmişti. Gözlerini açtığında hastane sedyesinde yatıyordu. Ne olduğunu anlamak istediğinde bir kaç teste ve röntgene gönderilmişti.

Sabahtan beri beklediği sonucu bir saat önce öğrenmişti. Beyninde su kapağı büyüklüğünde tümör vardı. Su kapağı çünkü doktor ona böyle söylemişti. Beynin en tehlikeli bölgesinde oluşmuş bir tümör, yayılması veya alınması durumda felç kalabilir, yürüyemeye bilir ve de göremeye bilirdi. Bir ihtimal daha söz konusu olabilirdi. Yaşadığı bir çok olayı unutabilirdi. Tümör onu erken yaşta bir Alzheimer hastasına dönüştürme ihtimali vardı.

Gözyaşları sicim gibi aktı. Omuzları daha çok çöktü. Nefret etmeye başladı. Her şeyden, herkesten, en çokta kendinden...
Doğduğu günden beri yaşadığı acılar yetmezmiş gibi şimdide ağır hastaydı.

Küçüklüğünden beri çoğu kez ölmeyi istemişti. İnkarda etmiyordu. Fakat yaşama tutunmaya karar verdiğinde, geri çevrilmesi zoruna gidiyordu.
Bu tıpkı birinin size çikolata almanızı ısrar edip, alacağınız an elini geri çekmesine benziyordu. Durum istemsizce sinire, hevessizliğe ve boş vermişliğe evriliyordu.

Yaşamak istemediği hayatı zorla yaşarken, şimdide hayatını kabul edip yaşamak istemişti ama elinden alınıyordu.

"Lanet olsun doğduğum güne..."diyerek kendine mırıldandı.

Gözlerini kapatarak, oturduğu bankta biraz öne kayıp başını arkasına attı. Akşam karanlığı çökmüş, hafif hissedilen bir rüzgar vardı. Sıcak havada rüzgar, iyi gelerek serinletmişti. Boynu ve yüzü ağlamaktan kırmızıya dönmüştü. Rüzgar boynuna çarptıkça derin nefesler aldı.

"Benimle oyun oynamak istiyorsun"dedi gözleri kapalı dururken, "sabrımı ölçmeyi, sınanmam gerektiğini düşünüyorsun"
Yanında kimse yoktu. Gözleri kapalı kendi kendine konuşuyordu. Gökyüzüne içini döküyordu. Aniden soğuk bir şekilde güldü. "Ne kadar daha sınanmam gerekecek? Sabrımın sonu geldiğinde ne olacak?" Gözlerinden akan yaşlar, şakaklarından saç diplerine süzüldü. "Ben iyi bir insan değil miyim? Kötü insanlar çok sınanır derler, yada kötülüğe adım atacaklar olanlar sınanır" burnunu çekti. "Bu yüzden mi kimse beni sevmiyor. Her sevdim diyen yalan söylüyor" boğazı yandı. Gerçekler can yakıyordu. "Güveni mi böyle mi kaybedecektim? Sevgiye açlık çekerek mi yaşamamı istiyorsun? Yalnızlığımda boğulup gitmemi bekliyorsun? Hiç mi kuluna acımıyorsun?"dediğinde sesi biraz yükselmiş, göz yaşları durmak bilmemişti.

Siz Bana Aitsiniz +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin