39. BÖLÜM

173 18 56
                                    


Beklenmedik bir şekilde temmuzun ortasında sabahın yedisinde yağan yağmurun odama yaydığı toprak kokusuyla aralarım gözlerimi. Yazın ortasında yağan yağmurun güzelliği çok başkaydı. Yataktan kalkmış ve pencerenin önüne gitmiştim. Kendime yaktığım bir sigarayla yağan yağmuru izledikten sonra odamdan çıkarak salona indiğimde telefonumu almıştım elime. Bakışlarım bir beklenti içinde cevapsız bir arama ya da mesaj görmeyi beklerken, beklentimin boş olduğunu fark etmem de uzun sürmemişti. Geçen hafta holdingde yapılan Pícaro toplantısının ardından Azerbaycan'da ki şantiyelerden birinde ortaya çıkan problem nedeniyle Çınar, Kaya ve Gaza ilk uçakla oraya gitmiş ve bir hafta geçmesine rağmen hâlâ dönmemişlerdi. Bu bir haftalık süreç içinde günlerim holding ve ev arasında geçerken, sıkıldığımın da farkındaydım. Bugün pazartesi olduğu için hazırlanıp holdinge gitmem gerekiyordu fakat tükenmiş bir enerji ile ne kadar verimli olabilirdim orası tartışılırdı. Altıma giyindiğim sarı kumaş ve paçaları dar pantolonun üzerine giyindiğim kahve tonlarındaki sırt detaylı bluzdan sonra sivri burun siyah ayaklabılarımı giyinmiş ve hafif bir makyajın ardından da çantamı alarak evden çıkmıştım.

Şoförüm Uygar ile birlikte yola çıktığımda holdingin önüne gelince içeriye girip asansöre yönelmiştim. Asansör açıldığında odamın olduğu kata geldiğim an duyduğum bağırma sesleriyle kaşlarım çatılırken sesin geldiği yöne, Çınar'ın odasına doğru ilerlemiştim. Aralık olan kapıyı açtığımda Başak'ın elleri belinde, karşısında duran Müge'ye ve İrem'e sinirle baktığını görünce, "Başak." demiştim, şaşıran bir tonlamayla.

Başak gözlerini bir an benimle buluşturduktan sonra derin bir nefes alarak Müge'ye döndükten sonra, "Sizin hatalarınızı örtbas etmekten, sizi savunmaktan kendimi savunamaz hâle geldim. Çınar'ın karşısında iş bilmez bir duruma düştüğümün farkında mısınız?" diye sormuştu, yüksek çıkan sesiyle.

Yanlarına ilerleyip elimdeki çantayı koltuğun üzerine bıraktıktan sonra Başak'ın yanına giderek, "Sorun nedir?" diye sordum, sakin bir ses tonuyla.

Başak bana dönerek gergin bir şekilde, "Müge hanım geçen çarşamba yapılan toplantı da not tutmadığı için şantiyeye verdiğimiz tarihi unutup sevkiyat yapamadık. Adamlar da çalışmaları durdurmuş malın gelmesini beklemiş. Gerçekten inanamıyorum! Asya yapmıyor bu hatayı, Gülnur yapmıyor, bizim kaç yıllık asistanımız yapıyor. Sabah sabah Çınar'dan bir araba laf işittim, hiçbir açıklama yapamadım. Otuz yaşında kadınım, çocuk gibi azarlandım." dedi, sinirden daha çok yükselirken.

Müge'nin ağlıyor oluşunu görünce ne söyleyeceğimi bilemedim. Müge'nin üzgün olduğu kadar Başak da sinirliydi. İrem ise başını eğmiş sessizce olacakları bekliyor gibiydi.

Müge sesinin titremesine engel olamazken, "Başak Hanım, ben çok üzgünüm. İnanın bana not aldığımı düşünüyordum." dedi, kendini açıklamaya çalışarak.

Başak yeniden Müge'ye dönerken daha yüksek bir ses tonuyla, "Bana açıklama yapma Müge! Sende farkındasın ki son altı aydır defalarca dosya hatası, müşteri hatası ve planlama hatası yaptın. Ben artık mazeret kabul edemiyorum. Ben artık bu hataların şahsıma yapıldığını düşünüyorum. Çınar Bey ne zaman holding dışındaki işlere gitse her işten bir falso veriyoruz. Neden aynı hatalar Çınar Bey varken yapılmıyor? Neden bu hatalar hep benim yürüttüğüm sürece denk geliyor? Lütfen Müge, daha fazla kalbini kırmak istemiyorum. Dışarı çık!" dedi, bağırmaya devam ederken.

Müge başını sallayarak arkasını döndüğünde İrem de onunla birlikte çıkacakken Başak sert bir dille, "İrem." deyince, odadan sadece Müge çıkmış ve İrem kalmıştı. İrem Başak'a dönerek, "Efendim." dediğinde, Başak sinirli adımlarla yürüyüp Çınar'ın koltuğuna oturduktan sonra, "Müge kadar sende suçlusun. O bölgedeki şantiyeden sende sorumluydun. İşine gösterdiğin özen takdire şayan gerçekten. Bugün itibariyle kendi ofisine geç, benden talimat alana kadar holdinge gelme. Yoksa gerçekten birinizin canını yakacağım." demişti, hırsla kendine bir sigara yakarken.

ŞANS OYUNUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin