Karşımda otuz iki yaşında bir adam oluşu onunda çocuk gibi huysuz ve şikayetçi olmayacağı anlamına gelmiyordu. Geride bıraktığım iki buçuk aya dönüp baktığımda onu hiçbir zaman böyle görmemiş olduğumu fark edince gülümsedim. O ise neden gülümsediğimi sorgular gibi bir bakıyordu. Üstelik sol eli hâlâ kapının kolunu tutuyordu. Gideceğini belirtiyor ama sanki 'gitme' desem elini hızla kapıdan çekecek gibi de bekliyordu. Kapının kolu üzerinde duran elini tutarak, "Dolapta köfte var, ısıtayım mı?" diye sorduğumda, yüzüne yayılan gülümseme ile tahmin ettiğim gibi elini kapıdan hızla çekmişti. Başını sallayarak bana baktığında ise sağ elini tutarak peşimden mutfağa sürüklemiş ve onu bir çocuk gibi sandalyeye oturtmuştum. Dolaptan çıkarttığım köfteyi mikrodalga da ısıtıp önüne servis açtığım an'a da kadar dikkatle izlemişti beni. Mutfaktaki her dakikamız sessizlik içinde geçerken ikimizde susmak için yemin etmiş gibiydik. Yatak odasına geçtiğimiz an ise ben üzerimdeki her şeyi çıkartıp sadece iç çamaşırları ile yatağın içine girdiğimde bir beklenti içinde bakmıştım gözlerine. Ne istediğimi anlamış olmalıydı ki saniyeler içinde tıpkı benim gibi soyunarak yatağın içine girdiğinde başı göğsüm ile buluşmuş bir bebek gibi kollarıma sığınmış ve gözlerini kapatmıştı.Sabahın ilk ışıkları odayı aydınlattığında gözlerimi aralarken göğsümün üzerinde uyuyan Çınar'ın saçlarını okşamış kokusunu içime çekmiştim. Farklı bir kokusu vardı. Bu bir parfüm markasına ya da duş jeline ait olamazdı. Bu kesinlikle kendi kokusuydu ve neden bilmem bu konu beni sakinleştiriyordu. Parmak uçlarım saçlarında dolaşmaya devam ederken dudaklarından çıkan bir mırıltıdan sonra kıpırdanmaya başladığında uyandığını anlamış ve fısıltıyla, "Günaydın," demiştim, tatlı bir ses tonuyla.
Başını kaldırıp yeni açıldığı için kısık olan gözleriyle bana bakarken, "Günaydın," demişti, tıpkı benim gibi fısıldayarak. Gözüm duvardaki saate kaydığında henüz yedi bile olmadığını fark etmiştim. Başını yeniden göğsüme yerleştirerek, "Ne zaman uyandın?" diye, sormuştu meraklı ses tonuyla. Saçlarını okşamaya devam ederken, "Az önce." demiştim, merakını giderirken. Boynuma bıraktığı öpücük ile sakallarının verdiği o iç gıdıklayıcı hisse gülümsemiştim.
Uykulu çıkan ses tonuyla, "Akşam Müge'nin doğum günü var." demişti, fakat sabahın bu saatinde konumuzun bu olması ilginçti. Başımı sallarken, "Biliyorum." dedim.
"Gelecek misin?"
"Davetli miyim?"
"Evet."
"Gelirim."
Göğsümde uzanmaya devam ederken yüzünü iyice boynuma gömdüğü sırada, "Holdinge gitmeyecek misin?" diye sormuştum. Çünkü şimdiye kadar yataktan çıkıp hazırlanması gerekiyordu. Başını olumsuz anlamda salladığını anladığımda, "Hayır." da demişti, soruma cevap olarak.
"Neden?"
"Kendimi yorgun hissediyorum. Dün pek uyuyamadım, dinlenmem gerekiyor."
"Anladım."
"Senin bir işin var mı? Yani, bugün."
"Hayır."
"Uyuyalım mı?"
"Uyuduk ya, yeni uyandık hatta."
"Bütün gün uyuyalım, olmaz mı?"
"Günümü yatakta geçirmeyi sevmem ki ben, sıkılırım."
Bir şey söylemeden uzanmaya devam ettiğinde çok geçmeden nefes alışverişi değişmişti. Sanırım gerçekten yorgundu, öyle ki yeniden uyuya kalmıştı. Birkaç dakika uykusunun derinleşmesini bekledim. Ardından yavaş bir şekilde yataktan sıyrılarak ayağa kalktım. Dolaptan çıkarttığım şile bezi yazlık mini elbiseyi üzerime geçirerek kapıyı da yavaşça açarak odadan çıktım. Damla'nın uyuduğu odaya girdiğimde hâlâ uyuyor olduğunu gördüm. Salona indiğimde dün gece telefonumu bıraktığım dresuardan elime aldıktan sonra salondaki koltuğa oturdum. Sibel Hanım'a bugün gelmesine gerek olmadığına dair bir mesaj yolladım. Ardından bir saat kadar telefonda vakit geçirerek mutfağa geçtim. Kahvaltı hazırlamaya başladığımda 'KaMiGa' grubundan düşen bildirimi gördüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞANS OYUNU
Ficción General"Tilki gibi dostun olacağına, aslan gibi düşmanın olsun." derdi, Örgüt'ün lideri Kerem Karadağ. Bir istihbaratçı ile bir teröristin aşk hikâyesidir.