42. BÖLÜM

180 20 74
                                    


Tarabya'daki konağın karşısında ki ormanın içinde bir ağacın dibine çökmüş kendime çektiğim bacaklarımı kollarımla sarmış tutmaya başladığım yasın üçüncü günü nefes almaya çalışıyordum. Atabey Konağ'ını saran kasvet, herkesin giyindiği siyah kıyafetlerden değildi. Bu kasvet sessizlik yemini edilmişcesine kimsenin konuşmamasından sebepti. Sanki hepsi lâl olmuş, konuşma yetilerini kaybetmişlerdi. Dün sabah Türkiye'ye dönen Kanat ise büyük bir kederin içinde sükunete esir alınmıştı. Karşımda uzayıp giden orman yoluna bakarken bu ormanda Kaya için dökülen kan gelmişti aklıma. Damla Atabey tarafından dökülen bu kan Çınar Atabey'e aitti. Kaya Bağdat hayatta iken kanı hiçbir zaman yerde kalmamıştı. Belki de Çınar Atabey'in Damla'yı uyutmasının bir sebebi de buydu. Yaşadığı acıya dayanamayıp kafasına sıkacak olması değildi korkusu, Damla'nın Kaya'nın intikamını alabilecek gücü olduğunu bilmesiydi. Düşüncelere dalmış orman yolunu izlerken yanıma oturan kişiye çevirdiğimde başımı, Gaza olduğunu görmüş burukça gülümsemiştim.

Başımı omzuna yaslarken derin bir iç çekerek, "Yağmur yağacak, toprak kokacak her yer." demiştim, üç gün sonra sesimi ilk kez kendim de duyarken.

Gaza başını başıma yaslayarak bozduğu sessizliğinin ardından, "Yağmurlu havaları hiç sevmezdi Kaya, nefret ederdi ıslanmaktan. Damla ne zaman yağmurda yürüyüşe çıkalım diye tuttursa Kaya 'niye biz sıçan mıyız ıslanalım' diye gitmemek için binbir türlü bahane sunardı." dedi, iç çekerek.

Üç gündür akmayan gözlerim yanmaya başlayınca pınarlara dolup ve taşmak için bekleyen gözyaşlarım görüşümü bulanıklaştıryor, karşımdaki orman kamaşıyordu.

Zorlukla bi'çare yutkunurken, "Singapur'a yağmur yağar mı?" diye, sormuştum merakla. Gaza birkaç saniyelik sessizlikten sonra, "Hem de çok." demişti, tutuklu kalır gibi.

Başımı omzundan kaldırarak Gaza'nın gözlerine baktığımda, "O zaman Kaya geri döner belki. Sevmiyor ya o yağmur da ıslanmayı, hem yağmur toprağın altında birikince sinirlenir değil mi? Çıkar gelir buraya." dedim, umutla gözlerine bakarken.

Gaza titreyen dudaklarıyla bakarken yüzüme elini kaldırıp yüzümü kavrarken baş parmağı ile gözyaşlarımı silerken onun da akıp giden gözyaşlarını ben siliyordum. Gaza ses tonuna yakışmayan bir çaresizlikle, "Kaya gelemez." dedi, alt dudağını ısırarak. Nefes bile alamıyordu.

Başımı hızla iki yana sallarken, "Tamam gelmesin. Biz gidelim Singapur'a. Biz ikna ederiz onu, zaten o seni dinler. Dinler değil mi Gaza? Gelir bizimle." dedim, diğer elimle elini sıkarken.

Gaza sesli bir şekilde ağlamaya başlarken alnını da alnıma yaslamıştı. Onunla birlikte bende ağlamaya başlarken üç günün sonunda yaşadığımız bu patlamanın sonu nereye giderdi bilinmez. Gaza belimi kavrayarak beni kendisine çektiğinde kollarımı boynuna sararak ağlamaya devam etmiştim. Hiçbir şey acımı dindiremezdi. Hiçbir şey üç aydır tanıdığım adamın yerine 'ben
ölseydim' dememi de açıklayamazdı.

Hıçkırarak ağlamaya devam ederken, "Gaza ben dayanamıyorum. Ölmek istiyorum Gaza." demiştim, hıçkırıklarım arasında canhıraş bir vaziyette.

Gaza geri çekilmemi sağlarken ağlayarak ellerini yüzüme yerleştirip, "Hayır, hayır Misha! Ölmeyeceksin. Ölmeyeceğiz. Dökmemiz gereken bir kan, almamız gereken bir intikam varken en çok biz yaşayacağız." dedi, beni telkin eder gibi konuşarak.

O an bir sessizlik sarmıştı etrafımı, yine derin bir kuyuya çekilmişti ruhum. Bana ölmemekten, intikam almaktan bahseden Güney Ulukan'ın yaptıkları geldi gözlerimin önüne... 2 ağustos tarihi sabah saat 06.23'de Kaya Bağdat'ın infaz haberini duyduğu anda ortalığı yakıp yıkışı geldi gözümün önüne, bir sükunet aldı başımı.

ŞANS OYUNUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin