"Osman Ali benim askerim nerde!"
Diye bağırıp anında masadakiler yerle bir etti albay. Nasıl böyle bir hata yaparlardı!
İnanmıyordu, bu kadar mı eğitimsizlerdi!
Nasıl bırakırlardı Zeren'i!
"Kom-"
"Yapma! Bana savunma yapma! Bunun savunulacak bir yanı yok!"
Hızla masanın arkasından çıkıp önüne dikildi.
"Kolay bir görevden 1 şehit, 1 yaralı ve 1 kayıpla geri gelemessin! Hangi akla kâr bu! He!"
Diye külredi bu sefer. Sinirliydi, haklıydı.
Nasıl bir acemilikti bu yaptığı. Aklı almıyordu.
"Şimdi bana hesap ver Ali komutan. Sen hem erdemin ailesine şehit haberini hem İsmailin yaralandığını hem de Zeren'in artık kayıplara karıştığını söyleye bilecek misin? He?"
Diye bu sefer daha sakin ama hırçın bir şekilde konuştu. Osman Ali bir anlık yutkundu. Haklıydı komutanı nasıl böyle bir acemilik yapardı.
Nasıl böyle bir gaflete düşerdi.
Olay sadece siviller değildi ya aslında...
Herkes öyle bilsede değildi ya...
Vatanını koruyan askerlerde olaydı..
Aslında onlar da birer Türk vatandaşıydı hani...
Türkiyenin hani onları da koruma altında tutması gerekiyordu...
Hayatta kalmaları için her şeyi yapıyorlardı ya...
Nasıl bir hataydı bu yaptığı...3 can...
3 aile...
Ve hiç bir şeyden habersiz bir halk...
Bu kadar insanı nasıl üzerdi ya...
Komutanı haklıydı nasıl hesap verecekti.
Şehidi vardı, yaralısı vardı ve daha ne olduğunu bile bilmediği bir askeri...
Hakikaten neredeydi o zaman aklı...
"Komutanım... Belki şehidimizi telafi edemem... Ama Zeren'i bırakmam. İsmail için de elimden ne geliyorsa yapıcam. Gerekiyorsa tek başıma çıkıcam dağlarada Zeren'i almadan gelmiycem. Emin olun her şeyimi vericem. Hatamı düzeltmeye çalışıcam. Evet, hata kabul edilemez bir meslek yapıyorum ve yaptım ama ben Zeren'i bulmadan meslekten atılamam..."
Albay dik dik baktı ondan kaçan gözlere. Eliyle suratını sıvazlayıp derin bir nefes aldı. Omzuna hafif hafif vurup sakince konuştu.
" Git ve kendine gel. Bu halde ne göreve çıkarırım seni ne de tatile. Çık bahçeye. Timini al İsmail'e bakmaya gidin. Şehit haberini verin...Sonra Zeren..."
"Emredersiniz."
Dedi en gür çıkmayan sesiyle. İlk defa belki de bu kadar çökmüştü. Bilmiyordu artık. Oluruna gitsindi her şey.
Çıktı odadan. Aklı da yoktu şuan hali de. Tim odasına gitti. Lütfü yoktu. İçeride Yiğit'in bağırışları vardı bir tek. Kapı da bekledi dinledi bir süre.
"Lan hem bensiz göreve gidiyorsunuz hem ablamı veriyorsunuz! Şehit veriyorsunuz! Yaralı veriyorsunuz! Oğlum nerde sizin aklınız ya nerde! Kadın ayağa kalkana kadar biriniz tutmadı mı ya! Göz göre göre gitti ya kadın! Ya teröriste ellerinizle vermişsiniz ya! Bu mu, bu mu yanında ki adamı korumak he! Vatanı böyle mi koruyoruz biz! Söyleyin lan söyleyin biriniz açın ağzınızı engel olduk diyin! Gitme dedik diyin! Zorla aldılar diyin! Ama biz verdik demeyin ya... Nasıl verirsiniz ya... Nasıl bırakırsınız.... Ya ölüyoruz ölüyoruz! Neredesiniz siz ya! Erdem abi öldü öldü! Yas tutamıyoruz ya! Ablam yok üzülemiyorum! İsmail yaralı kolundan gidip bir geçmiş olsun diyemiyorum! Ben olsaydım, belki en azından ben tutardım ablamı, engellerdim. Gitme derdim...Hiç biriniz mi ya... Hiç biriniz mi... "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
~Özlemekle Geçmiyor~
Teen FictionBugün günlerden Pazar saat akşam 06.32 ve ben yine terkettiğim sokaklardayım. Pişman olmak istemiyordum. Asla pişman olmak istemiyordum! Buraya gelme sebebim de buydu, tek sebebim yani. Ölümle burun buruna olmak, onlarla yüzleşme hissi uyandırıyordu...