Multimedya; Bölüm şarkısı; Zakkum- İkimiz De Yorgunuz
-------
Köhne, duvarları kanla kaplanmış zihnim.
Sen yanılmadın, kendimin cehennemiyim.
Avuç içlerim yanıyor baba,
O yangın...
Cehennem korlarını kalbimden avucuma nasıl düşürdü iblisler?
Baba söylesene,
Bana dönülen sırtları izlemeyi sevdiğim için mi bu kadar acı içerisindeyim?
Babacım...
Senin gittiğin yerin karanlığı çökmüş üzerime,
Söylesene benim dört bir yanımı kuşattığını söylediğin ışık nerede?
Zihnimdeki karanlık çöktü ve uykudan sıçrayarak uyanmama sebep oldu. Bir annenin çocuğuna kenetlenmesi gibi birbirine sarılan kirpiklerimi ayırdım. Bakış açıma giren ilk şey Kutay'ın çehresi olurken kendime gelmeye çalışarak gözlerimi kırpıştırdım.
Kaldığımız evin yatak odasında, sarmaş dolaş bir halde uyuyorduk. Başımda keskin bir ağrı vardı ve dün gece neler olduğunu tam olarak hatırladığım söylenemezdi. Yerimde doğruldum ve onun her zaman yaptığı şeyi yaparak dağınık olan saçlarımı biraz daha dağıttım. Onunla geçirdiğimiz birkaç günde hareketleri bana sirayet etmiş gibiydi, bazen olmadık şeylere öfkeleniyor sonra ifadesizce etrafı gözlemliyordum. Yataktan kalkarak odadan çıktım ve gecenin karanlığında salonu seçmeye çalıştım.
Loş ışıktan görebildiğim Kutay eve geldiğimizde dosyalarla uğraşmış ve bir şişe viski daha bitirmişti. Odadaki yoğun sigara kokusuyla bakışlarım küllüğe çarptı. Sigara cesetlerinin olduğu küllüğün yanında iki tane boş sigara paketi duruyordu. Bazen ona, ciğerlerini sigaradan daha fazla çürüten şeyin ne olduğunu sormak istiyordum ama bunu sorunca nasıl bir tepki vereceğini kestiremediğim için bu isteğimi saniyeler içerisinde katlediyordum.
Çoğunlukla öfkeli bir adamdı ve ben o öfkenin altından kalkabilecek bir kız değildim.
Daha açılan yaralarımı sarmayı bile becerememiştim, depremde kalan enkazdan farksızdım.
Araf'ı salonda uyuyor halde gördükten sonra yerimden hareketlenerek mutfağa yöneldim ve ışığı açtım. Işık yanmadı, elektrikler gitmiş olmalıydı. Ay ışığının izin verdiği kadarıyla tezgahın üstündeki sudan büyük bir bardak içtim ama içimdeki harareti alamamıştı. Bir bardak daha içtim ve duvarlara tutunarak mutfaktan çıktım. Saatin kaç olduğundan haberim yoktu ama gecenin en karanlık anında olduğumuza göre şafağa yakın bir zaman vardı.
Yatak odasına geri döndüm ve yatağa, onu uyandırmamaya gayret göstererek yavaş bir şekilde uzandım. Kutay'ın dudak kıvrımları hafif kıvrıktı ve bu, zihninin ona rüyasında cenneti sunduğunun kanıtıydı. Dirseğimi yastığa, başımı avuç içime yaslayarak bir süre onu seyrettim.
Gülümsemesi içtendi ve onu daha önce bu şekilde görmediğime yemin edebilirdim.
Gece karanlığı yüzüne düşmüş olsa da güzel gözüküyordu. Kıvrık uzun kirpiklerinin gölgesi göz çukurlarına ölü bir şekilde uzanmıştı ve dolgun aralık dudaklarından düşen ölüm ninnileri ruhuna ithaf edilmiş gibiydi. Bileğim ağrıdığında başımı kaldırarak yastığa koydum ve saniyeler içerisinde kendimi kafeslenmiş halde buldum.
Kutay kollarını bana sarmış, çenesini başımın üstüne yaslamıştı. Çıplak teninden yükselen yoğun kokusu beni mayıştırdığında kollarının arasından çıkmaya çalışmayı bıraktım ve boyun girintisine saklandım. Onun kanatlarının altındaydım ve burada kendi evimden daha güveli hissediyordum. Ağlamak istedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEÇMİŞİN PENÇELERİ
ChickLitZamanın katledildiği bir gece yarısı kanın sirayet ettiği ay, fecr'in kaybolduğu gökyüzüne sığındı. Tanrı, birbirlerine idam ettiği iki ruhsuz meleği kemikten kalemlerine doldurdu. Akan her damla göz yaşı kader sayfasına yazıldı. Akrep ile yelkovan...