Multimedya; Bölüm şarkısı; Onur Can Özcan- Hırka
Merhabalarr :)
-----
Bir kelebeğin olgunlaşması için ördüğü kozalak, ruhumun girdiği o girdaba dönüşerek ilmek ilmek etrafımı kuşatalı iki sene oluyordu.
Olgunlaşmıştım ama o kozalağı parçalayarak dışarı çıkamamıştım.
Ben de öylece durdum ve kendi hayal kırıklığımı soluyarak yaşamaya çalıştım.
Yaşayamadım.
Bunu bir tek ben bildim.
Hastane odasında ablam gittikten sonra uzun bir süre ağlamış ve duvarlara çarpan hıçkırıklarımla, okyanusun ortasında kimsesiz kalmış gibi boğulmuştum.
Okyanusun ortasında da değildim hâlbuki, neden boğuluyordum?
Kalbim, bir canavarın kirli elleriyle göğsümden üçüncü kez sökülüp alınmıştı ve ben yine hiçbir şey yapamadan göğsüme art arda devrilen nefeslerimi toplamaya çalışmıştım.
Ne nefesimi toplayabildim, ne de o okyanustan kurtulabildim.
Kirpiklerimle havayı yararak gözlerimi araladım ve irislerim, evini biliyormuş gibi birkaç yol katederek ait olduğu yere dokundu. Bakışlarım onun hiçbir kusur barındırmayan, barındırsa da asla göze çarpmayan çehresinde takıldığında onun zaten beni izlediğini fark ettim. Hastaneden çıkmış, siyah mat Lamborghini'de sessiz bir şekilde oturuyorduk.
Kutay usul usul konuştu. "Seni bıraktığım yerden neden dağınık bir şekilde aldığımı söylesene Almina."
Zamana karşı bir sıkıntısı yoktu. Zaman onu değil, o zamanı yönetirdi.
Gün sonunda bütün yükleri taşıyan omuzlarım hissettiğim yorgunlukla biraz daha çökerken ölü topraklarında dolanan bir kız çocuğu oldum. Ayaklarımın altında dikenler, saçlarımın hemen üstüne düşen karanlık bulutlar vardı. O, içinde tuttuğu onca acıya rağmen zihninde bile bulutları ağlatmazdı.
"Ablamla tartıştık, sorun yok Kutay." Gerçekler saf bir cam, üstüne düşen küçük lekeler yalandı.
Camdaki o küçük lekeleri sadece Kutay görebiliyordu.
Ona yalan söylemenin verdiği utançla bakışlarımı kaçırarak onla kurduğumuz bütün köprüleri yıktım ve başımı cama yaslayarak arabayı çalıştırmasını bekledim. O köprüler kanımla boyanan denize devrilmişti ve ölen tek kişi ben olmuştum.
Kutay sert bir soluk verdi ve beni bekletmeden arabayı çalıştırarak gaza bastı. Hızlı gidiyordu ama göğsümün içinde bir sıkışma peydâh olmadığı için ona engel olmuyordum. Bu biraz afallamama neden olsa da onca cam parçasını avuçlayan ellerimin arasında kıymık batması çokta önemli değil diye düşünerek şaşkınlığımı katletmiştim.
"Nereye gidiyoruz?" Diye sordum, sokakların tanıdıklığı yanından geçip gittiğimiz yerler gibi arkamızda kalmaya başladığında.
Ifadesiz bir sesle konuştu. "Kulübe gitmem gerekiyor, seni de götürüyorum." Ona bunun sebebini sormak istesem de kelimelerimi zincirledim ve kısa bir göz teması kurduktan sonra geri önüme döndüm.
Zihnimin içerisinde dönüp duran not kağıdının aşina olduğum yazısı, gözlerimin hemen önüne kazınmış gibiydi. Baktığım her yerde bataklığa düşüyor ve o kelimelerin ip gibi dizilerek boynuma asıldığını hissediyordum. Dakikalar sonra araba kulübün önünde durduğunda sığ bir nefes aldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEÇMİŞİN PENÇELERİ
ChickLitZamanın katledildiği bir gece yarısı kanın sirayet ettiği ay, fecr'in kaybolduğu gökyüzüne sığındı. Tanrı, birbirlerine idam ettiği iki ruhsuz meleği kemikten kalemlerine doldurdu. Akan her damla göz yaşı kader sayfasına yazıldı. Akrep ile yelkovan...