GP -21-

1.6K 138 63
                                    

Multimedya; bölümden bir kesit.

İyi okumalar dilerim❤

----

Irislerinde, hem ormanı hem de okyanusları taşıyan bir erkek çocuğu tanımıştım.

Geçmiş zaman, bir kelimenin belki de ilk kez bu kadar acı dolu bir şekilde dudaklardan döküldüğünde şahit oluyordu.

Rüzgâr, rüzgâr, rüzgâr.

O, benim bir yaz mevsimi akşamında yüzüme esen ılık bir esinti olmamıştı hiçbir zaman.

Öfkeli bir adam değildi ama çoğu zaman benimle konuşurken büyük bir fırtınaya dönüşürdü. Dağıtır, parçalar her şeyi kasıp kavururdu ve buna rağmen, bütün yaralarımı onun açmasına rağmen elinde başkalarına uzattığı merhemi bana uzattığını zannederdim.

Küçük bir çocuk değildim hâlbuki, neden kendimi kandırıp durmuştum?

Onlarca anı, yaşanılan yüzlerce acı onun boynuna asılan urganla geriye doğru devrildi ve ortaya çıkan yıkım, başka bir yarayı daha sahiplenmeme sebep oldu.

Gökyüzü, onun ölümünün üstünden kaç saat ağlamıştı?

Ben, onun bıraktığı acıların altında kalmayı kabullenirken ruhumdan kopan kaç vaveyla gökyüzünün yarılmasına sebep olurdu?

Zihnimi katlederek onun adına kurduğum yıkık şehirlere çıkan bütün izbe sokaklar kanla boğulduğunda, şehirlerin içlerindeki çiçekler uğursuz sıvıyla büyüdü.

O çiçeğin adı, ölümdü.

Bütün kelimelerin üstüne düşen acı, sayfadan çekip gittiğinde ortada kalan saflık zihnimi hissedemeyişimin kanıtıydı. Göz kapaklarım, gözlerime bütünleşmekten vazgeçip yavaşça aralandığında beni karşılayan ilk şey yabancı, beyaz bir tavan olmuştu. Kulağımda sesler uğulduyordu ve hastanenin geniz yakan kokusunu alabiliyordum.

Yüzümü buruşturarak sağa doğru döndüğümde hemen yanımdaki koltukta oturan ve bana alayla gülen Rüzgâr'ı gördüm. Bakışları boş bakıyordu ve boynundaki urgan izi bana zihnimdeki deliliği sorgulatıyordu.

Gözlerimi kırpıştırarak hızla yerimde doğrulduğumda odadaki birkaç hemşirenin bakışlarını hissetmiştim. Hiddetli bir şekilde bağırarak sordum. "Oyun mu oynadın mı bana?"

Bakışlarım, hiçbir ifade barındırmayan harelerindeyken hemşirelerin fısıldaşmalarını duydum. Rüzgâr alayla gülerek yerinde doğrulduğunda kolumdaki serum iğnesini çekip çıkardım ve yataktan indim. "Bana cevap ver, alayla gülmeyi kes!"

Odanın kapısı açıldığında içeri giren doktorla bakışlarım Rüzgâr'dan ayrılarak onu buldu. "Ne oluyor burada? Hasta niye yerinde değil?"

Hemşireler, kenara yaslanmış beni korku dolu gözlerle izlerken kaşlarımı çatarak tekrar Rüzgâr'a döndüm. "Ne oluyor Rüzgâr?" Sesim korkuya ev sahipliği yapıyordu. "Ne mi oluyor? Delirdin Almina, dön etrafına bir bak! Ben intihar ettim, unuttun mu?" Rüzgâr alaylı bir şekilde konuşmaya devam ederken iblisler elindeki kemikten yapılan ve kanımı mürekkep olarak kullandıkları kalemle göz kapaklarıma onun intihar portresini çizdi.

Ölümün kanatları altındaydı.

Ölüm onu güzelleştirmişti.

"Psikiyatri bölümüne götürün, bu konu bizi aşar." Kulaklarıma dolan uğultulardan ne konuşulduğunu anlamıyordum. Tek bir şeye odaklanmıştım, Rüzgâr gidiyordu.

"Gidemezsin, beni bu acıyla bırakamazsın." Diye sitem ettim ona engel olmaya çalışırken. Kollarımdan tutan iki hemşire ile hıçkırarak debelenmeye başladım. Belimde hissettiğim küçük bir acı, bütün acılarımın oradan oluk oluk akmasına neden oldu ve hıçkırığım çığlığımla harmanlandı.

GEÇMİŞİN PENÇELERİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin