Multimedya; bölümden bir alıntı.
Bu arada kitap hakkında yorumlarınızı belirtirseniz sevinirim arkadaşlar❤
Iyi okumalar dilerim!
------
Hayat yaşadığımız yılları bize bir merdiven olarak sunuyordu ve ben o merdivenin on yedinci basamağında tökezlemiş, on dokuzuncu basamağında yenik düşmüştüm.
Avuç içlerime baktım.
Avuç içlerimdeki birbirine giren yollar, soğuk pürüzlü zemine yasladığım için yırtılarak ortaya çıkan kan ile kirlendiğinde küçük bir çocuk kirlenen yollarda oyun oynuyordu.
Masumdu, hayat merdivenlerinin ilk basamaklarında olduğu kesindi.
Durdum ve ruhu kirlenmeyen küçüklüğüme baktım. Kalbi biri için attığında bunu hızlı koştuğuna varsayacak kadar küçüktü. Saçları, omuzlarının hemen üstündeydi ve geçmiş ona henüz el sürmemişti.
Tozlu merdivenlere uzanarak zamanın kanını akıtmaya çalıştığım sıralarda bakışlarımı avuç içimden çektim. Daldığım sığ sularda bile boğulan ruhum, okyanuslara dalmıştı ve ben yüzmeyi seven bir insan değildim.
"Çok dalgınsın bugün." Dedi Kutay dikkatli bakışlarını bana yönlendirirken. Sabah uyandıktan sonra Kutay acil bir işi olduğu için apar topar kulüpten çıkmıştık. Her ne kadar eve gitmek istemesem de gidebilecek başka bir yerim yoktu.
"Dün ağlamaktan harap olmuş olmalıyım, yeteri kadar dinlenemedim sanırım." Gökyüzü bir ressam paletinin mavisine bulanmış ve ressamın fırça darbeleriyle tek tük yerlere beyaz bulutlar serpiştirilmişti. Gök, ruhuma tezat aydınlığa kucak açmıştı.
"Rüzgâr ağlanacak bir adam değil." Diye konuştuğunda bakışlarım aheste bir biçimde onu buldu. Yeni yeni çıkmaya başlayan sakalları, toprakları örten çimen gibiydi. Ölü topraklar, beni bıraktıktan sonra yapacağı işten olsa gerek bir ton daha koyu gözüküyordu gözüme.
Kutay'a alayla güldüm. "Senin için mi ağlayayım o zaman?"
Bana attığı keskin bakışlara karşı ona meydan okuyan gözlerle baktım. "Pardon. Sen, uğrunda ağlayacağım bir adam değildin değil mi?" Sarhoş gibiydim. İçimde anlamsız bir öfke vardı ve o öfkeyi içimde bilediğim kelimeleri kusarak azaltmak istiyordum.
"Senin derdin ne?" Diye soludu bu tavırlarıma karşı şaşkınlıkla. Omuz silktim, bir derdim yoktu. Araba, tanıdık yokuşu çıktıktan sonra evimin önünde durduğunda Kutay'a döndüm. Gergindi ve ifadesiz bakışları yüzümdeki her bir ayrıntıyı ezberlemek ister gibi bana bakıyordu.
"Kırdığın o kabuğun parçalarını geri birleştirme Almina." İstesem de yapamayacağımı biliyordum. Sınırlarımın arkasında Kutay ile beraberdim, o kabuğa tek başıma girme şansım yoktu.
"Yapmamam için bir sebep var mı?" Dedim sesimdeki yeisin kırıklarını saklamaya çalışırken. Kutay önüme düşen saçlarımı geriye doğu atarken titrek nefesim avucuna döküldü. "Elbette var ve bunu sen zaten biliyorsun, değil mi?" Kutay parmaklarını çektiğinde dilimin üstündeşaha kalkan bütün kelimeleri yutarak bakışlarımı çektim.
"Dikkat et Kutay." Diye mırıldandım arabadan inmeden hemen önce. Zeminde dikilerek kapıyı örttüm ve arkamı dönerek yürümeye başladım. Aydınlık gibi üstüme düşen bakışlarını hissetsem de dönüp bakma gereği duymadan kapının önüne vardım. İçeriden yükselen kahkaha sesleri kulaklarıma dolduğunda kaşlarımı çatarak kapıya vurdum.
Sesler tanıdıktı ama çelik kapı seslerin kime ait olduğunu çözmemi engelliyordu. Kapı açıldığında harelerim gözlerimin yansımasına tutundu. Annemin çekilmesini beklemeden içeri girdiğimde sert sesi kulaklarıma doldu. "Bir evin olduğunu bilmen garip Almina." Anneme cevap bile verecek havamda olmadığım için merdivenlere yönelsem de Hatice Teyzemin sesiyle atacağım adım havada kaldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEÇMİŞİN PENÇELERİ
ChickLitZamanın katledildiği bir gece yarısı kanın sirayet ettiği ay, fecr'in kaybolduğu gökyüzüne sığındı. Tanrı, birbirlerine idam ettiği iki ruhsuz meleği kemikten kalemlerine doldurdu. Akan her damla göz yaşı kader sayfasına yazıldı. Akrep ile yelkovan...