Multimedya; bölümden bir kesit.
İyi okumalar dilerim :)
-----
Terk edilmiş bir kalbin, cehennem obruklarına düşerken etrafa sıçrattığı alevleri sahiplenmişim, bunu kaburgalarım yanmaktan kül olurken anlıyordum.
Terk edilmiş kalbin sahibi, Kutay'dı.
Etten ve kemikten bedenim kaburgalarıma sıçrayan yangının alevleriyle kavrulurken ifadesiz tutmaya çalıştığım ama bir o kadar da korkudan titreşen bakışlarım karşımdaki adamın harelerinde varlığını sürdüyordu. Kutay ile kulüpten bileklerimize geçirilen kelepçelerle çıkarılmış ve kısa bir yolculuktan sonra ikimizde sorgulanmak için farklı odalara getirilmiştik. Kutay bir şey anlatmamam için beni uyarmıştı bu yüzden dudaklarımı yaralarımdaki ipliklerimi sökerek birbirine dikmiş ifadesiz bir şekilde karşımdaki adama bakıyordum.
O konuşmamı istemedi diye dudaklarımın bir daha açılmaması için onları dikecek kadar onunlaydım.
"Almina hanım, biraz daha konuşmamaya devam ederseniz gerçekten iyi şeyler olmaz. Bir cinayetten dolayı burada tutuluyorsunuz, bize bir şey söyleme mecburiyetindesiniz."
Caner bir yerlerden çıkıp olaylara el atacaktır, bu hareketi iplerin onun elinde olduğunu anlamamızı sağlamak için kurduğu bir oyun. Demişti Kutay ölü topraklarında son kez gezindiğim dakikalarda.
Ona güveniyordum. Parmak uçlarıma çok zamanlarda kıymık batırmıştı ama onunlayken bütün yaralarımın iyileşmek için çabaladığını hissedebiliyordum.
Karşımdaki adam elini sertçe masaya vurarak yerimde sıçramama neden oldu. "Korkudan titreşen göz bebeklerini görebiliyorum! İnkâr etme, daha ne kadar küçük bir kızsın farkında mısın? Bütün hayatını bu buz gibi duvarların arasında mı geçirmek istiyorsun?"
Göz kapaklarımı gözlerime kefen yaparken yalan ağacının gölgesi kelimelerimin üstüne devrilmişti. "Ben hiçbir şey yapmadım. Elinizde delil var mı, beni burada tutabilecek kadar güçlü olan?" Şeytanın çocukları o gölgede cirit atarken gözlerim aralanmış ve çakır mavilerim, orta yaşlarındaki polis memurunu bakış açıma almıştı. Gözlerinden bu tavırlarım yüzünden alev fışkırıyordu ama ben cehennemle tanışmış biriydim. Kıvılcım beni korkutmazdı.
Adam bir kez daha sertçe masaya vurduğunda yüzümdeki maskede çatlaklar oluşmuş ve kor acı, o çatlaklardan sızmıştı.
Daha fazla dayanacak gücüm kalmamıştı.
"Bana boş sözlerle gelme, itiraf etmenle kaç gün daha fazla güneş ışığı görebilecekken bunu reddetme. Kendine yazık edersin, seni uyarıyorum." Gözlerim kısılarak adamın harelerinde dolanmayı sürdürürken alnındaki damarların hissettiği sinirden dolayı zonkladığını gördüm. Bir canavar gibi pusuda durmuştu ve herhangi bir ters kelimemde beni parçalayıp ikiye ayıracaktı.
Boğazıma söylediğim yalanın keskin uçları batarken, "Anlatacak bir şeyim yok. Elinizde ne var bilmiyorum ama daha fazla bir şey söyleyeceğimi sanmıyorum." Diye konuştum.
Adam pes ederek koyu renkli gözlerini üstümden çekti ve kapıyla arasındaki mesafeyi kapatırken fütursuzca konuştu. "O Kutay denen piçe güveniyorsan kendini dört duvar arasında yaşlanmaya alıştır derim." Ve kapıyı sert bir şekilde çarparak odadaki camın sallanmasına neden olurken kaşlarım derinden çatıldı ve adamın söylediği cümle zihnimde birkaç kez yankı yaptı.
Durdum ve sadece etrafta varlığını sürdüren sessizliği dinledim.
Sessizlik, bir acının dilden dökülmeden önce uğradığı o duraktı. Vardı ama yokluğu kadar acı getirmiyordu varlığı. Saniyeler, yelkovanın akrebin sırtına açtığı hançer gibiydi. Kan akıyordu ve saniyeler kandan daha hızlı bir şekilde ilerliyordu. Bakışlarım duvardaki saatten bileklerimdeki kelepçe izlerini buldu. Kızarmış, ince bir bileklik bileğimin üstünde erimiş gibi emare bırakmıştı. Hayat merdivenlerine Kutay ile devam ettikçe yaralarım, ruhsal boyuttan fiziksel boyuta koşuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEÇMİŞİN PENÇELERİ
ChickLitZamanın katledildiği bir gece yarısı kanın sirayet ettiği ay, fecr'in kaybolduğu gökyüzüne sığındı. Tanrı, birbirlerine idam ettiği iki ruhsuz meleği kemikten kalemlerine doldurdu. Akan her damla göz yaşı kader sayfasına yazıldı. Akrep ile yelkovan...