#37

40.7K 1.8K 7
                                    

Girdiği bu beyazlar içindeki oda ona ölümü anlatır gibiydi. Huzurdu belki, belki de korkutucu derecede sade. Uhud bunları düşünmemeliydi. Aklını yitireceğini hissediyordu. Sedyeye uzandı ve kolunu açtı. Kan lazımsa eğer vücudundaki bütün kanı ona vermeye razıydı. Fulya ile aynı kan grubundan olmak Uhud'un onu kurtarması için tek çaresiydi. Hemşire kan lazım deyince hangi kan grubu olduğunu sormayı unutmamış ve aynı kan grubu olduklarını öğrenince kan vermeyi istemişti. Uhud gerekirse Fulya için kanından değil canından bile vazgeçebilirdi.

Hemşire ünitelere kanını doldururken bunun daha ne kadar uzun süreceğini merak etti. Ya geç kalırlarsa? Uhud kendi kanının Fulya'ya can vermesini o kadar çok istiyordu ki! Belki bu sayede suçluluk duygusu biraz olsun hafiflerdi. Fulya kendisi yüzünden bu haldeydi.

İşleri bittiğinde hemşire üniteleri alıp hemen ameliyathaneye gitti. Uhud da kalkmak için ayaklandığında kan şekeri düşmüş ve gözleri kararmıştı. Bir süre daha sedyede kalmak zorundaydı. Uhud bu bekleyişin ne kadar zor olduğunu düşündü. Pek beceremese de içinden dua etti. Fulya'nın bütün acılarını ondan almak kendisi üstlenmek istiyordu. Çalan telefonuyla ekrana baktı.

"Efendim Mete?"

"Uhud biz geldik ama evde kimse yok ve kapı açık. Ne yapalım?"

"Bak beni iyi dinle Mete bu iş çok önemli. Biz hastanedeyiz. Fulya yaralandı."

"Ne? Hemen oraya geliyoruz!"

"Dur, gelmeden önce bana getirmen gereken bir şey var. İkinci kata çık sağ tarafta yatak odasının yanında bir çalışma odası olacak oraya gir. Sırayla dizilmiş olan üç tane kitaplık var. En sonuncusana git. Küçük Prens kitabını yerinden al ve arkasındaki düğmeye bas."

Mete'nin hattın diğer ucunda söylediklerini yaptığını duyuyordu Uhud.

"Burada bir oda var!"

"İçerisinde ne görüyorsun?"

"Kapağı açılmış bir sandık. Yanında bir albüm, küçük boş bir kutu ve içerisinde duran siyah bir dosya."

Uhud nispeten rahatladı. Demek onları bulamamışlardı.

"Sandık orada kalsın albümü ve boş kutuyu arabana koy dursun orada sonra alırım. Siyah dosyayı bana getir. Mete o dosyayı bana eksiksiz bir şekilde getir."

"Getireceğim merak etme."

Telefonu kapattığında sabırsızlıkla artık ayağa kalktı. Ameliyathanenin önüne geldi. Kaç saat olmasına rağmen ne giren ne de çıkan vardı. Bu belirsizlik Uhud'a kafayı yedirtecekti.

Neden Fulya'ya daha iyi davranmamıştı? Neden o evden ayrılmıştı? Neden ablasının mektubunda dediği gibi o kutuyu açıp Fulya'ya evlenme teklif etmemişti? Uhud eğer ölünebilseydi kesinlikle suçluluk duygusundan ölürdü.

Aradan kaç saat geçmişti bilmiyordu. Doktor olduğunu tahmin ettiği bir kadın ameliyathaneden çıkıp ona doğru yaklaştı. Düşünceli görünümü Uhud'u derin bir ümitsizlik uçurumuna sürüklüyordu.

"Durumu nasıl?"

"Hastayı kurtardık. Geldiğinde çok kan kaybetmişti ama verdiğiniz kan çok işe yaradı. Birazdan yoğun bakım odasına alacağız fakat bilmenizi isterim ki hayati tehlikesi hala sürüyor. Bu iki gün çok önemli. Omurgasının yakınından iki kurşun çıkardık. Çok şanslı. Eğer omurgalara gelmiş olsaydı büyük ihtimalle felç olurdu!"

Uhud bu duyduklarının iyi mi kötü mü olduğuna karar veremiyordu. İyi şeylermiş gibi duruyordu ama üstünde düşününce kötü bir durum ortaya çıkıyordu.

"O... İyi olacak mı?"

Tek bilmek istediği buydu. Bütün ihtimallerin canı cehennemeydi.

"Biz elimizden geleni yaptık. Artık bekleyeceğiz. Bundan sonrası hastanın elinde."

diyerek uzaklaştı doktor. Ameliyathanenin kapısı açıldı. Sedyede yatan Fulya ve bir kaç hemşire çıktı. Uhud onları takip edip odaya girmelerini bekledi. Onu görmek, ona dokunmak, onunla konuşmak istiyordu. Odadan çıkan hemşireye "Yanına girebilir miyim?" diye sordu bitkin sesiyle. Hemşire ona anlayışla baktı.

"Peki ama lütfen çok az kalın. Hayati tehlikesi hala sürüyor."

Uhud kafasını minnetle sallayıp içeriye girdi. Hafif loş olan odada Fulya bilinçsiz bedeniyle yatıyordu. Makinelerin çıkardığı mekanik sesten başka ses yoktu. Yavaş yavaş geldi yatağın baş ucuna. Bir sandalye çekip oturdu. Burada yatan kızın Fulya ile hiçbir alakası yoktu! Oysa Fulya okyanuslar gibi ferah kokardı. Uhud onun kokusunu içine çektiğinde bile rahatladığını hissederdi çoğu zaman. Fakat bu kız hastane kokularına bürünmüştü. Her zaman etrafına ışık saçan gözleri kapalıydı. En önemlisi ise konuşmuyordu! Uhud konuşmayan bir Fulya düşünemiyordu.

Elini Fulya'nın iğne dolu elinin üzerine koydu. Şu yaşadığı birkaç saat içinde yaşadığını değil de daha çok öldüğünü hissetmişti. Az birşey beslediği umut kırıntıları içinde yavaş yavaş çoğalırken özlem duydu Uhud. Meğer bu sürekli şikayet ettiği, kovduğu, kızdığı kız onun içine her gün biraz fazla işlemiş ve onu tamamen kendisine bağlamıştı. Fulya Uhud'un bunu geç fark etmesi yüzünden böyle büyük bir cezayı ona veremezdi değil mi? Fulya Uhud'u bırakıp gidemezdi. Gitmeyecekti!

Yavaşça ayaklandı artık çıkması gerekiyordu. Fulya'nın kulağına eğilip içinden geçenleri söyledi. Duymayacağını bile bile..

"Başımın belası! Beni bırakıp gidemeyeceksin!"

ANAHTAR ~TAMAMLANDI~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin