3 yıl sonra...
"Yine mi! Bu kaçıncı? Allah aşkına sizin sorumluluk alma beceriniz bu kadar mı?"
diyerek sinirle bir cevap beklemeden kapattı telefonu Uhud.
Sorumsuz okul müdürleri!
Odasından çıkıp eskiden Fulya'nın olan odaya girdi. Mavilerle döşenmiş olan bu oda ona her girdiğinde huzur veriyordu ve şimdi huzur tam da aradığı şeydi. Yavaşça beşiğe yaklaşıp içinde masumca uyuyan bebeğine baktı. Arkasından duyduğu tıkırtılar ona yalnız olmadığını söylüyordu. Bezgince bir of çekip sessiz olmaya özen göstererek konuşmaya başladı.
"Cansu yine okuldan kaçmış."
"Yine mi!"
dedi Fulya kocasına yaklaşarak. Uhud'a arkasından sarılarak sıkıntısını gidermek istedi. Cansu ikinci sınıfa geçeli bir kaç ay olmasına rağmen bu kaçış üçüncüydü. İkisi de bunu neden yaptığını iyi biliyordu.
Cansu, henüz 5 aylık olan oğulları Ahmet Akif'i kıskanıyordu. Bu yüzden de ilgi çekmek için böyle numaralara başvuruyordu.
Fulya Cansu'nun kaçtığı ilk günü daha dün gibi hatırlıyordu. O gün korkudan ölecekmiş gibi hissetmişti. Küçük kızı okulun yakınındaki bir parkta tek başına sallanırken gördüğünde ise bütün hızıyla ona koşup sarılmıştı. Cansu'nun yeri her zaman Fulya için ayrı olmuştu. O bir emanetti ve Fulya o emanete çok değer veriyordu. Tabi Cansu bunu anlayacak yaşa henüz gelmemişti.
"Gidip şu küçük baş belasını bulayım"
dedi Uhud. Kızgın değildi, o Cansu'ya hiçbir zaman kızamazdı ama neden sürekli Uhud'un başına iş açıyordu ki sanki? Fulya'yı alnından öpüp evden çıktı.
Hamza ile beraber okulun yakınlarındaki tüm parklara baktılar. Bakmadıkları bir sokak, bir mahalle artık kalmamıştı ve Uhud artık endişelenmeye başlıyordu. Hava hafiften karalarını gösterirken onu bulmakta acele etmesini vurguluyordu.
Kahretsin! O daha 8 yaşında bir çocuk! Nereye gidebilir?
Uhud düşündü... Düşündü fakat aklına bir yer gelmiyordu. Delirebilecek kadar sinirlenmişti artık.
Seni elime bir geçireyim küçük cadı benden güzel bir sopa yiyeceksin!
Birden aklına mezarlık geldi. Bu düşünce onu huzursuz etse de şu an aklına bir tek orası geliyordu. Hamza'ya ablasının ve eniştesinin mezarlığına sürmesini söyledi.
İşte oradaydı! Küçük cadısı annesinin mezar taşına başını koymuş oturuyordu. Uhud'un siniri çoktan geçmişti fakat endişesi hala devam ediyordu. Küçücük bir kızın başına bu koca şehirde her şey gelebilirdi. Cansu'nun yanına ulaşınca durdu. Küçük kız gözleri kapalı bir şekilde konuşuyordu.
"Anne! Gördün mü unuttular beni. Bu saat oldu hala aramadılar, bulmadılar. Onlar artık kendi çocuklarını seviyorlar ve benden neferet ediyorlar."
"Senden nefret etmiyoruz Cansu!"
Uhud sinirlerine hakim olamadı. O küçük bir çocuktu evet ama kahretsin ne kadar önemli olduğunu göremiyor muydu?
Küçük kız sıçrayarak sulu sulu olan gözlerini açtı ve dayısına baktı. Uhud eğildi ve kızla aynı boya geldi. Hala sinirli olduğunu belli eden gerilmiş yüzü ve çatılmış kaşlarıyla Cansu'yu süzdü.
"Beni sevseydiniz benimle daha çok ilgilenirdiniz."
"Yanlış! Sen artık kocaman oldun Cansu! Küçücük bir bebekle kendini mi kıyaslıyorsun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANAHTAR ~TAMAMLANDI~
General FictionBirbirlerinden ne kadar uzaklaşmak isteseler de yine birbirlerine çekilenlerin hikayesi... Adam güçlü ve sarsılmaz.. Kız narin ve bir o kadar da cesur! Kaderleri bir anahtarla bağlanmış bu iki insan nereden bilebilirdi bir oyunun içinde olduklarını...