Profesör, sinirli bir şekilde Han'a dönerek "Kural 1! Hocanın yani benim sözlerimden çıkma. Özelliklede kendini birine kanıtlamak için... Bu kadar aciz misin? Kendini kanıtlamaya ihtiyacın mı var? Sende özgüven eksikliği olduğunu düşünmezdim. Bu yaptığınla beni etkilemek yerine hayal kırıklığına uğrattın." dedi.
Han, profesörden böyle bir tepki beklemediğinden büyük bir şok yaşıyordu. Han'ın sağ kolundaki hocasının baykuş dövmesi kanamaya başlamıştı. Han kolundaki acıyı ve kanamayı umursamadan, sessizce kafasını hafifçe eğdi ve bekledi. Çıt çıkarmdan bekliyordu. Nasıl çıkarabilirdi ki hayatında ilk defa böyle bir azar işitiyordu. İlk defa onurunun kırıldığını hissetmişti. İlk defa mahcuptu. Üstelik hocası haklıydı. Hocasını etkilemek için hocasının durmasını söylemesine aldırmayıp devam etmiş. Lav patladığında hocası önlerine buzdan kalın bir duvar açmış olmasa çok ciddi yaralanabilir hatta belki ölebilirdi.
Profesör, Han'ın eğik kafasını bir kaç saniye okşadıktan sonra "Amacım senin onurunu, gururunu kırmak değildi Han. Neyse özür olarak etrafa sıçramış lavlardan dolayı oluşan yangını söndür." dedi.
Han, profesörün kafasını okşamasından rahatsız olsada ses çıkarmadı. "Peki, hocam" diyerek ellerini havaya kaldırdı. Gökyüzünde büyük bir su kütlesi oluştu. Han, bu su kütlesini irili ufaklı 7 parçaya bölerek etrafa dağılmış lavları ve lavlardan dolayı oluşan yangını söndürmeye başladı. Lavın sıcaklığı çok yüksek olduğundan dolayı 5-6 defa daha büyük su kütlesi oluşturmak zorunda kalmıştı.
Han yangını söndürdüğünde, yaptığı hatanın sonuçları ortaya çıkmaya başlamıştı. Profesör etrafta yanmış hatta kömürleşmiş hayvanları parmağı ile göstererek "Han, yaptığın hatalar sadece seni etkilemez. Hatalarının sonuçları masumlara hatta sevdiklerine zarar verebilir." dedi.
Han, etrafta diri diri yanarak ölen hayvanları gördüğünde içinde en ufak bir üzüntü hissi duymadığını fark etti. Fakat hocasının üzgün ve kızgın suratını gördüğünde duyduğu hissizliğin yanlış olduğunu düşünerek ve hocasından tekrardan azar yememek için pişmanmış gibi bir surat takıntı.
Profesör üzgün ve kırgın bir ses tonuyla "Hadi onları gömelim" dedi.
Han, yüz ifadesi olarak göstermesede içinden "Gömmek mi? oldu olacak mezarda yapalım. Hepi topu hayvanlardı." demeden edemedi ama hocasına bakarak ve sanki gözleri yaşarmış gibi gözlerini ovarak "peki hocam" dedi.
Han ellerini ölmüş hayvanlarını hizasına getirerek, toprak büyüsü ile ölmüş hayvanların üstlerini toprakla kapattı. Hocası Han'ın bu tutumunu kınasa da sadece kafasını sağa sola sallayarak sessizliğini korudu. Ardından tek tek toprakla kapanmış cesetlerin yanına giderek tanrılara dua etti.
Profesör "Han, lavı sıkıştırmak gerçekten zordur. Birazda olsa başardığın için tebrikler. Ama unutma bunu yapabilecek bir çok büyücü var. Neyse ben sana nasıl eğitim yapacağını bulana kadar sana element ve temel büyü eğitimi vermem en doğrusu. Bu yüzden sabahları gösterdiğim derslere öğleden sonra ise buraya gelerek verdiğim eğitimlere çalışacaksın." dedi profesör.
Han'da ciddi bir ses tonuyla "Peki hocam" dedi.
------------------------------------------------------------------------
Oja, Lura'yı kolunda tutarak hızlanması için çekiştirerek tapınaktan uzaklaşıyorlardı. Lura ne olduğunu almaya çalışırken Oja'ya dur çekiştirme gidiyoruz iste diyerek söyleniyordu. Oja, Lura'nın söylenmesine aldırmayarak çekiştirmeye devam ederken Lura, arkalarından yani tapınakta büyük bir enerji patlaması hissetti. Hemen ardından orta şiddetli bir deprem oluştu. Lura arkasını dönüp ne olduğunu görmek istesede, Oja onu çekiştirerek buna müsaade etmedi.
Lura daha fazla dayanamayarak Oja'nın kolunu tutarak durdu ve sinirli bir ses tonuyla "Oja! Bana ne olduğunu hemen anlat!" dedi.
Oja gözlerini kaçırarak lafa nasıl gireceğini düşünürken gökten önlerine sapsarı bir ışık hüzmesi düştü. Işık hüzmesi giderek azalırken içinde biri olduğunu fark ettiler ve saniyeler içinde ışık hüzmesinin içindeki kim olduğunu gördüler. Bu kişi tabii ki yüce ışık şövalyesi XI. Arvinder J. Akalnivas'dan başkası değildi. Suratında büyük bir öfke vardı. Elleri ve gözleri sapsarı parlıyordu. Lura ve Oja, şuan yüksek seviye bir ışık büyücüsünün kudretine şahit oluyordu.
Yüce ışık şövalyesi bir kaç adım atarak Lura ve Oja'ya yaklaştı ve kudretli sert ve heryeri titreten bir tonla "Nerede... Tablo nerede?" dedi.
Lura ve Oja, yüce ışık şövalyesinin yaydığı aurasından dolayı bayılacak gibilerdi hatta nefes dahi almakta zorlanıyorlardı. Bu yoğun auraya daha fazla dayanamayan Oja, kısa süre sonra bayıldı. Lura dizlerinin üstüne çökmüş bir vaziyette bayılmamak için direniyordu. Aniden nereden geldiğini anlamadıkları büyük bir balyoz Lura ve yüce ışık şövalyesinin arasında girdi. Yüce ışık şövalyesi tüm öfkesiyle balyozun geldiği yere doğru baktığında ona ciddi fakat birazda şaşkın şekilde bakan iri yarı birini gördü. Ardından yüce ışık şövalyesinin tüm o baskın aurası kayboldu. Çünkü karşısındaki kişi küçük erkek kardeşi Batagardı. Batagar'ı görünce birazda olsa sakinleşmişti.
Batagar, sakince Lura'nın yanına gelerek zor nefes alan Lura'ya baktı. Ardından abisi ile Lura arasındaki balyozu tutarak boyut yüzüğüne gönderdi. Batagar çömelerek "İyi misin Lura?" dedi.
Lura her geçen saniye dahada kendine gelerek kafasını iyiyim der gibi salladıktan sonra Oja'nın yanına dizlerinin üstünde süründü. Oja'nın sadece baygın olduğu görünce büyük bir rahatlama ile derin bir nefes aldı.
Batagar yüce ışık şövalyesine dönerek "Abi, bu ne demek oluyor? Benim öğrencime nasıl saldırırsın. Nasıl bu kadar büyük bir güç çıkışını şehirde kullanırsın. Sorumsuzluğun yüzünden etraftaki masum siviller dahi bayıldı." dedi.
Yüce ışık şövalyesi etrafına baktığında civardaki çoğu sivilin bayıldığını gördü. Bunun üstüne büyük bir pişmanlık duymaya başladı. Kendi kendine "nasıl duygularıma hakim olamam" dedi.
Batagar, abisinin omzuna elini koyarak "seni bu kadar sinirlendiren şeyde ne?" dedi.
Yüce ışık şövalyesi tekrardan sinirlenmeye ve parlamaya başlarken Batagar'ın abisinin omzunu biraz kuvvetli bir şekilde sıkması ile irkilip kendini toparladı. "Tapınaktaki Prenses Amalberta'nın tablosu çalındı. En baş şüphelide senin değerli öğrencin" dedi.
Batagar, şaşırarak ve şaşırmanın etkisiyle hafifçe geri çekilerek "Lura mı?" dedi ve kahkaha atmaya başladı.
Yüce ışık şövalyesi, ciddi bir suratla Lura'ya bakarak evet o ve şu yanındaki ölü çağıran diyerek suratını ekşitti.
Lura şok olmuştu. "Az önce baktığım tablonun çalındığını düşünmek gerçekten inanılır gibi değil" diyerek düşündü. Ama hırsızlıkla itham edilmek Lura için çok fazlaydı. Büyük bir hızla ayağa kalkarak "Kusura bakmayın efendim ama ustamın abisi olsanızda böyle bir ithamla yargılanıyorsam sesimi çıkartırım" dedi.
Batagar, Lura'nın kendisini savunmasına bir hayli sevinmişti. Çünkü Lura normalde güçlü olsada sessiz kalmayı seven biriydi. Yani en azından Batagar öyle tanıyordu.
Yüce ışık şövalyesi gözlerini keskinleştirerek "Lura, yalan söylemen sadece vakit kaybı. Tabloyu ver belki canınızı bağışlarım" dedi.
Batagar, bir kaç adım öne çıkarak "Abi, büyük bir olay fakat sakinliğini korumanı öneririm." dedi.
Yüce ışık şövalyesi, kardeşinin öğrencisine bu kadar bağlı olduğunu düşünmemişti ama ortada tablo yoktu. "Batagar, bu mesela senin öğrencilik oyunlarını aşar... Geri dur." dedi.
Batagar, abisinin böyle sözler sarf etmesinden dolayı içten içe kırılsada abisinin önüne bir yemmiş gibi öğrencisini asla atamazdı. Aklına doğruluk büyüsü geldi. Nitekim abisi yüksek seviye bir ışık büyücüsü idi. Yani doğruluk büyüsü yapabilirdi. "Abi... Doğruluk büyüsü kullan ben öğrencime güveniyorum." dedi.
Yüce ışık şövalyesi, Batagar'ın sözlerinden dolayı bir kaç saniye duraksadıktan sonra fikri olaylar şekilde kafasını salladı ve elini Lura'nın hizasına getirerek büyülü sözler söylemeye başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Han (1. Kitap)
FantasyBuraya kitabın okunması için çekici laflar, metinler veya şiirler yazabilirim... Fakat benim tarzım değil. Dahası kitapları böyle değerlendirmek hoş değil. Bu bölümde kitap hakkında biraz bilgi vermek yeterli bence. Konusu: Han adlı karakterin f...