Bir çocuk mağarada öylece yatıyordu. Uyuyor gibi görünsede, aslında aşırı yorgunluktan bayılmış, uyku durumunda acı çekerken kıvranıyordu. Yüzünde birikmiş terler yere doğru akarken, mağarada ondan başka hiçbir hareketlilik yoktu.
Şanslıydı, tecrübesizliğinden kendini bırakmış, bir tehlikenin olmadığını düşünmüştü ki, öyleydi de. Bir başka hatası ise panzehirin işe yarayıp yaramayacağını garanti altına almamasıydı. Hem kendine hemde babasına aşırı fazla güvenmiş, canını tehlikeye atmıştı. Ve yine şanslıydı ki panzehir işe yaramış, o acıyla kıvranırken Zehiri vücudundan atmaya başlamıştı.
Sağ omzunun, köprücük kemiğinin üstü iğne tarafından parçalandığında, kendine yaptığı yardım sayesinde, kanaması durmuştu. Şu an bir sıkıntısı yoktu aslında ama, iğne omzundan avuç büyüklüğünün yarısından biraz daha azını etinden koparıp almıştı. Ve bu kopup giden parça bir daha eski haline gelemeyecekti. İz kalacağı net bir şekilde belliydi. Ama bu izin oluşmasını sağlamasaydı, şu an ölü olabilirdi. En azından bir parça et, ölü olmaktan daha iyidir değil mi?
Zaman yavaşça ilerlerken, Hævn'ın sırtına zehirli mızrak benzeri nesne ile açılmış olan yara yavaş yavaş kapanmaya başlamış, bunun yanından da birde panzehirin etkisi ile zehir vücudundan zorla atılmaya başlamıştı.
Zaman ilerledikçe Hævn'ın kıvranmaları gittikçe azalmış, belli bir zaman sonra ise durma noktasına gelmişti.
Mağara benzeri yerde, soğuk zeminde öylece yatıyordu. Yüzü soluk beyazdı ve ceset gibi görünüyordu. Şişip inen göğsü görünmese, ölü sanılırdı. Saatlerce ölü gibi yatmaya devam ederken kanamaları durmuş, sırtındaki yara ise iyileşmişti.
Saatler geçmiş, günler günleri kovalamıştı. Üçüncü güne yaklaşırken, Hævn'ın göz kapakları titremiş, ve yavaşça açılmıştı. Etrafına dalgın dalgın bakıyor, neler olduğunu hatırlamaya çalışıyordu. Günler önce ki yaralanmalarını ve uğraşlarını hatırlayınca gülümsemiş, ayağa kalkmaya çalışmıştı. Ayağa kalkarken, yaraları iyileşmiş olsada, azıcık bir sızı hissetmiş ve bunun sayesinde yüzün buruşturmuştu.
Acılara alışmış olan bedenine göre, bu acı hiç bir şey olsada, yinede her canlı gibi canı yandığı için sinirleri bozulmuş ve bunun sorumlusu olduğunu düşündüğü kişisiye, yani burada mezarlıkta yatan adama sövmeye başlamıştı.
İçinden azar azar hakaretlerini sıralarken, etrafa göz gezdirmişti. Geldiği ve yaralandığı yere gözleri ilişince, oradaki mızrakların yere geri döndüğünü, toprağın ise onların yerini aldığını fark etmişti. Yavaş yavaş tünelin girişine yaklaşırken, yerdeki el uzunluğundaki iğneleri fark etmişti. İğnelerin ışığı absorbe ettiğini ve çok dayanıklı olmanın yanında, delici olduklarını da hatırladığı zaman teker teker onları toplamaya başlamıştı.
Yavaşça her iğneyi topraktan veya taştan çıkarıyor, her çıkardığını da yüzüğüne atarak onları sayıyordu. Toplaması gereken son iğneyi de yerden çıkardıktan sonra '182' demiş, sayma işlemini de bitirmişti. 182 iğne tünelin bütün girişini santim santim, orantılı bir şekilde kaplamıştı. Sadece sol alt kısımda bir iğne yerinden sapmış, bütün orantıyı ve düzeni bozmuştu. O iğnenin üzerinde ufak bir et parçası ile beraber, kan da vardı. Hævn kendinden kopan et parçasına bakınca biraz tuhaf hissetmiş, sonrasında umursamayarak onu da yüzüğüne atmıştı.
Güçlenmek için küçük bir et parçası çokta önemli değildi. Ona göre bu, hedefine varması için gereken en küçük bedellerden biriydi. Küçücük şeyde vazgeçecek olsaydı, bu işe hiç girişmez, başında pes ederdi. Ama o böyle biri değildi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Unighed
FantasyHer şeyin yalan olduğu, güçlünün güçsüzü ezdiği bu dünyada eşitsizlik,öfke,intikam,sevgi, nefret ve ihanetin arasında kalmış bir adam. Unighed'de bilinmeyen, keşfedilmemiş yerler ile dolu bir yerdi. Ve böyle bir yerde.. İntikam uğruna herşeyini ve...