Ertesi sabah, geceyi aynı odada geçiren Melik şah, Sökmen ve Gökbörü, şafakla öten horozların sesine uyandılar. Üstlerini giyinip, yataklarının yanındaki su dolu kaselerde ellerini yüzlerini yıkadıktan sonra aşağı indiler ve uşakların onlar için hazırladığı krallara layık kahvaltı masasına oturdular.
Ragnar'ı aşağıda göremeyen Melik şah, " Biriniz gitsin ve şunu uyandırsın. Burada daha fazla oyalanmadan bir an önce yola çıksak iyi olur." dedi ve Sökmen tam söylenerek oturduğu yerden kalkmaya hazırlanıyorken; sanki bütün geceyi uykusuz geçiren o değilmiş gibi dinç görünen Ragnar, koltuğunun altında kızıl saçlıyla merdivenlerin başında belirdi.
Kuzeyli savaşçı, aşağıya inerken gülerek kızla şakalaştı. Salona vardıklarında kalçalarına bir şaplak indirip, yanından gönderdi ve masaya çöküp, neşeyle, " Amma geceydi ha! Vallahi iliğimi kemiğimi kuruttu." dedikten sonra, " Kahvaltıda ne var?" diye sordu.
Melik şah " Hancı bize kaz yumurtası kaynattırmış. Sabah pişmiş taze ekmekle, tereyağı ve balda var." dedi.
Böylece, haftalardır at sırtında göçebe hayatı yaşadıkları için çok uzun süredir böyle bir kahvaltı edemeyen. Genelde, önlerine ne gelirse hiç şikayet etmeden yemeye alışkın ve normal diyetleri, yabandayken vurdukları tavşan, keklik veya geyik eti, eğer avlayacak hayvan bulamazlarsa keçi derisinden yapılmış tulumlarda taşıdıkları kavurma veya koyun bağırsaklarına doldurulmuş sucuk olan. Ekmek, yağ veya bal gibi lüks yiyecekleri ancak konaklayacak bir yerler bulabildiklerinde gören dört arkadaş yemeğe aç kurtlar gibi saldırdılar.
Yarım saat sonra kahvaltılarını bitirip, hanın avlusuna çıktıklarında; uşaklar atlarını ve develerini koşumlayıp, yola hazırlamışlardı.
Sökmen, " Görünüşe bakılırsa hancı bir an önce bizden kurtulmak istiyor." dedi.
Melik şah atına doğru hareketlendi ve " Yerinde bende olsam aynı şeyi yapardım. Çünkü, yarın, öbürgün arkadaşlarını aramaya çıkacak olan Normanların yolları eninde sonunda buraya düşecek ve Aleksis, eğer bizi yakalarlar ve konuştururlarsa kendi başınında yanacağını bildiği için bizi bir an önce başından savmaya çalışıyor." diye hayvanın üzerine tırmandı.
Sökmen ve Gökbörüde bineklerinin yularlarını seyislerin elinden alıp, eğerlerine yerleştiler ve biraz zorlanarakta olsa Ragnar'da atının üstüne çıkmayı başardığında; Gökbörü'nün yedeğinde çektiği eşek ve develer ardlarında handan ayrılıp, Bizans başkentine akan savaşçıların arasına karıştılar.
Böylece bir, iki saat yol aldıktan sonra; Konstantinopol'a giden askerlere, kimileri tarlalarında yetiştirdikleri mahsulleri başkentte satmaya götüren, kimileri güttükleri hayvan sürülerini şehrin içindeki kesimhanelere götüren köylülerde eklendi ve dört arkadaş etraflarındaki kalabalığın arasında öğleye kadar at sürerek önlerine çıkan bir tepeyi tırmanmaya başladılar.
Doruğa vardıklarında; Haliç ve Konstantinopol tüm muhteşemliğiyle gözlerinin önüne serildi ve Gökbörü hayret içinde bir ıslık çalıp, kesintisiz uzanan devasa bir surla çevrili, göz alabildiğine ufka kadar uzanan şehre bakarak, " Amma büyükmüş." diye şaşırdı.
Ragnar, " Riyayete göre dünyanın en büyüğü." dedi ve elini kaldırıp, kubbesi gökyüzünde yükselmeye başlayan güneşin altında yaldır yaldır parlayan kocaman bir binayi işaret etti.
" Şu Aya sofya,"
Sonrada havadaki elini soluna doğru kaydırdı ve Aya Sofya'dan çok daha büyük, ortası devasa bir çanak gibi boş başka bir yapıyı gösterip, " Şu binada Hipodrom ve onun hemen yanndakide Imparatorluk sarayı. " dedi. Hemen ardındanda denizin bu tarafındaki büyükçe mahalleyi işaret edip, " Şurasıda Galata." diye atını tepeden aşağıya sürdü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MALAZGİRT
Historical FictionMelik şah kağnıda ne taşındığını görmek için hemen perdeleri aralayıp yukarıya tırmandı ve üçü köşeye büzüşmüş, biri ayakta kızları görünce gülerek, " Ulan sende ne şans var be! Bok çukuruna düşsen her koltuğunun altında bir huriyle çıkacaksın." d...