Sökmen'in hafifçe onu dürtmesiyle uyanan Melik şah yorgun gözlerini oğuşturup, etrafına bakındı. Gökyüzü hâlâ zifiri karanlıktı ve kenarına uzandıkları ateş artık geçip, sönmeye yüz tutmuştu. Genç adam yattığı yerden oturup, sarındığı battaniyesini üzerinden attı ve küllenen ateşe birkaç kuru dal parçası atıp, yeniden canlandırdı. Ellerini alevlere uzatıp, ısıtmaya uğraşırken, " Acaba şafağa kaç saat var?" diye merak ederek başını göğe kaldırdı ve tepesinde gümüş bir tepsi gibi asılı duran ayın konumundan " İki, üç saat." diye tahmin etti. " Daha sonra birşeyler yemeye fırsatım olmayabilir." diye düşünerek elini yanıbaşındaki azık heybesine atıp, bir kangal sucuk çıkardı ve kuru eti ateşi karıştırdığı dala saplayıp, pişirmeye başlarken Sökmen'e " Ragnar'ıda uyandır." diye seslendi.
Sökmen battaniyesinin içinde horlayan kuzeyli savaşçının yanına çömeldi ve omzundan hafifçe sarstı. Ama, Ragnar hiç oralı olmayıp, horlamaya devam etti.
Sökmen bir kez daha sarışın devi, bu sefer kaburgalarını dürterek uyandırmaya çalıştı ama yine başarılı olamadı ve " Bizim Ragnar'ın bir savaşçı için uykusu çok ağır. Eğer gece bir pusuya düşecek olsa; ancak o her zaman sözünü ettiği ünlü Valhalla'sında uyanacak ve acaba beni kim boğazladı diye merak edecek." diye söylendi.
Melik şah, " O, bizim gibi açık havada yaşamaya, her sese kulak verip, dikkat kesilmeye ve çok hafif bir uykuyla bir gözü açık uyumaya alışkın değil." dedi.
Sökmen ayağa dikildi ve " Bu herif biraz dürtüklemekle uyanmayacak." deyip, Ragnar'ın kabasına bir tekme koyarak onu uyandırmaya hazırlandı.
Melik şah, " Dur. Birde şunu dene." diye sırıttı ve artık pişen sucuğu arkadaşına uzattı.
Sökmen'de gülerek çubuktaki dumanı tüten eti aldı ve kuzeylinin burnunun dibine yaklaştırıp, aşağı yukarı hafif hafif salladı.
Mis gibi kokuyu alır almaz; Ragnar uzandığı yerden bir yay gibi doğruldu ve sucuğu, irkip, havaya sıçrayan Sökmen'den kapıp, kocaman bir parça ısırdı.
" Madem yemek pişiriyorsunuz, beni ne diye uyandırmadınız?"
Melik şah ve Sökmen kendilerini tutamayıp, kahkahalara boğuldular ve Ragnar, " Niye gülüyorsunuz?" der gibi bakarak sucuğun geri kalanını ağzına tıktı.
" Daha yokmu?"
Melik şah hâlâ gülerek elini tekrar heybesine atıp, üç kangal daha çıkardı. Birini Ragnar'a, öbürünü Sökmen'e uzattıktan sonra kendisine ayırdığını belindeki hançerine sapladı ve kamp ateşinin üzerinde pişirmeye başladı.
Kısa bir süre sonra, üç arkadaş yemeklerini bitirdiler ve tam atlarının yanlarına gitmeye hazırlanıyorlarken; Bizans zırhları içindeki Artuk bey yamaçlarına yürüdü ve " Artık yola çıkma zamanı geldi şah'ım." dedi. " Biz bir iki kilometre uzaklaştıktan sonra peşimizden takip etmeye başlarsınız. Şafak vakti geldiği zaman ben ve birliğim atlarımızı tırısa kaldıracağız ve Bizans kampını gördüğümüzde dört nala gitmeye başlayacağız. Sizde hızınızı ona göre ayarlarsınız."
Melik şah elini göğsüne götürüp, "Gazanız mübarek olsun. İyi şanslar." diye Selçuklu generalini uğurladı ve " Sizinde." diyen Artuk bey parlak zırhlar içindeki bin süvarinin başına geçip, kamptan ayrıldı.
Melik şah, önden gidenlere yarım saat süre verdikten sonra kendi adamlarını yürüyüşe geçirdi ve böylece bir, iki saat at sürdükten sonra gökyüzü yavaş yavaş kızıllaşmaya başladığında Bizans kampında yanan yüzlerce ateşi sanki mum ışıklarıymış gibi görmeye başladılar.
Melik şah, bir kilometre kadar önlerindeki Artuk bey ve adamlarının bineklerini dört nala kaldırdıklarını görünce askerlerine hızlanmalarını emretti ve sabahın ilk ışıklarıyla aydınlanmaya başlayan Bizans kampının, üzerlerine doğru gelen iki atlı gurubunu farkedince karıştığını, askerlerin birbirlerini uyandırarak silahlarına sarıldıklarını ve yaklaşan süvarilere bakarak neler olup, bittiğini anlamaya çalıştıklarını görüp, nefesini tutarak, " Acaba hilemiz işe yarayacakmı?" diye merak etti.
Böylece Artuk bey ve askerleri önde, Melik şah ve adamları arkada Bizans'lılara doğru son hız uçmaya devam ettiler ve Melik şah ağzı yüreğinde ne olacağına bakarken; düşman saflarının kendi adamları sandıkları süvarilere yol vermek için açıldığını görerek, " Zokayı yuttular!!" diye sevindi ve binlerce nal sesinin arasından sesini duyurabilmek için ciğerlerinin dolusunca, " YAYLARINIZI KULLANMAYIN! YANLIŞLIKLA BİZİMKİLERİ VURABİLİRİZ! BUGÜN KILIÇ VE KARGI GÜNÜ!!!" diye emretti.
Sözleri ağızdan ağıza adamları arasında iletilirken; Artuk bey ve bin gönüllüsü, Bizans kampına girdiler ve hemen en yakınlarındaki düşmanlarını bir çiftçinin orakla buğday biçmesi gibi kesmeye başladılar.
Bir beş dakika kadar sonra Melik şah ve yanındakilerde Bizans'lılara yetişip, aralarına daldılar ve neye uğradıklarını anlayamayan düşmanlarına ölüm yağdırmaya başladılar
****
Alpaslan, Artuk bey, Afşin bey ve Süleyman şah'ın ellerini sıktıktan sonra atından atlayan oğlunu kucakladı ve " Zaferinizin haberi kampa sizden önce yetişti. Duyduğumuza göre Bizans kuvvetini çok büyük bir bozguna uğratmışsınız." dedi.
" Anlatın bakalım. Nasıl geçti cenk?"
Melik şah," İlk gün Bizanslılara sizinde önerdiğiniz gibi küçük bir gurupla yanaştık ve peşimize takılan süvarilerin önünden çekilmeye başladık. Birkaç saatlik bir kovalamacadan sonrada onları daha önceden ayarladığımız yerde kıstırıp, icaplarına baktık. Ertesi günde yaya askerlerin işlerini bitirdik." dedi ve Artuk bey'in dahice planıyla Bizans piyadelerini nasıl şaşırttıklarını kısaca anlattı.
Alpaslan, generalinin yanına yürüyüp, elini yeniden hararatle sıktı ve gururla, " Benim böyle savaşan askerlerim ve her avantajı kendi lehine çevirmeyi bilen kumandanlarım olduğu sürece sırtım yere gelmez." dedi.
Artuk bey'in yanakları utançtan kızarırken; Melik şah sözlerine devam etti.
" Süvarileri ücra bir yerde yakalayıp, işlerini gördüğümüz için ölülerini kurda kuşa bıraktık. Ama, piyadelerin kamp yaptıkları yer ana yola çok yakın olduğundan; onların leşlerini yoldan görülemeyecek bir yere götürüp, gömdük ve çarpışmanın tüm izlerini sildik."
Alpaslan, " Niye boş yere o kadar zahmete katlandınız ki?" diye sordu. " Bırakaydınız onlarda çakallara ziyafet olaydı."
Melik şah, " Artuk bey, Afşin bey, Süleyman şah ve ben; Bizans ordusunun geri kalanınında muhtemelen aynı yolu kullanacağını tahmin ettik ve eğer Roman Diyojen adamlarının yarısının savaş dışı kaldığını öğrenmezse bunun bize büyük bir avantaj sağlayacağına düşünerek ölüleri saklamaya karar verdik.." dedi.
Alpaslan memnuniyetle başını sallayarak, " İyi düşünmüşsünüz." dedi ve " Çarpışmalarda asker kaybımız ne kadar?" diye sordu.
Melik şah, " Süvarilere karşı pek bir kaybımız olmadı. Ama piyadeler atlılardan çok daha zorlu çıktı ve oradaki çarpışmada binbeşyüz kadar asker kaybettik." dedi.
" Naaş'larını yanınızda getirdiniz mi?"
" Evet."
Alpaslan, " Bedenlerini hemen ailelerine gönderin ve analarına, babalarına, dullarına ve yetimlerine; gelecek hakkında tasa etmemelerini, onlara ömürleri boyunca bakılacağını söyleyin." dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MALAZGİRT
Historical FictionMelik şah kağnıda ne taşındığını görmek için hemen perdeleri aralayıp yukarıya tırmandı ve üçü köşeye büzüşmüş, biri ayakta kızları görünce gülerek, " Ulan sende ne şans var be! Bok çukuruna düşsen her koltuğunun altında bir huriyle çıkacaksın." d...