22. BULUŞMA İSTEĞİ.

45 4 0
                                    



Bir buçuk ay yol aldıktan sonra bir hafta önce Sebasteia'ya ( Sivas.) vardıklarında yolda çektikleri zahmetin son bulacağını zanneden ve şehirde dağlar kadar taze yiyecek istiflenmesine rağmen ona ve adamlarına sadece bozulmaya yüz tutmuş olanlarının gönderilmesine içerleyip, Roman Diyojen'i görmeye niyetlenen ama kendisini Andronikos'un karşısında bulan Peçenek lideri Kutluğ bey öfkeden köpürerek, " Bu böyle devam edemez. Benim adamlarım küflü yiyecekler yerken, sizinkiler etle, balla besleniyor. Bu işe bir çare bulmak için hemen imparatoru görmem lazım." diye bağırdı.

Rum general, sert mizaçlı, orta boylu ve esmer tenli, kırk yaşlarında, yıllarını at üstünde geçirmekten atletik vücudunda tek gram bile yağ olmayan Kutluğ bey'e küçümseyerek baktı ve " Çok üzgünüm ama imparatoru görmenize imkan yok. Roman Diyojen bu günlerde çok meşgül. Ayrıca, ordudaki herkes aynı tayını alıyor. Bu, herkesin sizden daha iyi kumanya aldığı yalanlarını size kim söylüyor anlayamıyorum." diye yalan söyleyerek onu sakinleştirmeye çalıştı.

" Hâtta, sizin adamlarınız süvari oldukları ve gidip, istedikleri zaman avlanabildikleri için herkesten daha iyi besleniyorlar. Onun için hiç şikayet etmeyin ve halinize şükredin."

Kutluğ bey acı acı güldü ve " Siz beni aptal zannediyorsunuz herhalde." dedi. " Bize gönderilen yiyeceklerin kokmuş ve küflü olduklarını sizde benim kadar iyi biliyordunuz."

Andronikos erzağın aslan payının ve en güzellerinin Rum'lara, Ermeni'lere ve Bulgar'lara verilmesini ve sadece geriye kalan artıkların türk asıllı süvarilere gönderilmesini bizzat kendisi emrettiği ve Kutluğ bey'in söylediklerinin doğru olduğunu bildiği halde, " Yok öyle birşey. Herkes aynı yiyeceği alıyor. " dedi.

" Ayrıca, kendi aramızda kolayca halledebileceğimiz bir mesele için illede imparator'u görmek istemenizi biraz tuhaf karşılıyorum. Siz bu işi bana bırakın. Ben bir haftaya kalmaz istikham subaylarıyla konuşurum ve eğer dediğiniz gibi size haksızlık ediliyorsa sorumluları bulup, kendi elllerimle cezalandırım."

Peçenek lider, " Askerlerim bu durumdan hiç hoşnut değiller ve onları bir hafta daha kontrol altında tutabilirmiyim bilmiyorum." dedi.

Andronikos buz gibi bir sesle, " Bu bir isyan tehtidi mi?" diye sordu.

Kutluğ bey, " Tehtid değil. Sadece bir uyarı. Roman Diyojen bizi ordusuna paralı asker olarak aldığında; bizim en iyi şekilde bakılıp, öbür askerlerden ayırt edilmeyeceğimize ve maaşlarımızın zamanında ödeneceğine dair söz vermişti. Şimdi ise, bırakın son birkaç aydır alamadığımız paralarımızı, bize doğru düzgün yemek bile vermiyorsunuz. Adamların açlıktan yük katırlarını kesip, yemeye başladılar." dedi ve rum generalin yüz ifadesinden, sözlerinin bir kulağından geçip, diğerinden çıktığını anlayınca hışımla ayağa fırlayıp, " Sizinde dediğiniz gibi size bir hafta süre. Eğer bu işi çözemezseniz o zaman mutlaka Roman Diyojen'le görüşeceğim." deyip, Andronikos'un çadırından çıktı ve atının üzerine atlayıp, Bizans kampını terketti.

Kısa bir süre sonra kendi kamplarına döndüğünde; büyük bir ateşin etrafinda toplanmış onu bekleyen subaylarının ortasına yürüdü ve " Bize ihtiyaçlarımızı vermeye niyetleri yok." dedi.

" Roman Diyojen'le görüşüp, derdimi ona anlatmak istedim. Ama Andronikos kavatı bir haftaya kadar bütün problemlerimizin halledileceğini söyleyip, imparator'u görmeme izin vermedi."

Ateşin etrafindakiler hoşnutsuzca homurdandı.

Gerilerden birileri, " Bize borcu olan maaşlarımızdan ne haber?" diye sesini yükseltti. " Koskoca bir şehrin yakınında olmamıza ve pazarlardaki bolluk ve berekete rağmen yiyecek birşeyler satın alabilmek için beş kuruşumuz bile yok."

Bir başkası, " Doğru. İmparator bize para yok martavalını okumasın. Sefer için yanında getirdiği altının hepsini kendi yemeyip, birazınıda bizim tarafa göndersin." diye bağırdı.

Subayların çoğu söylenenleri onayladılar ve herkes bir anda konuşmaya başlayıp, her kafadan bir ses çıkmaya başladı.

Kutluğ bey, " Sakin olun." dedi ve " Bende bu işten sizin kadar mutsuzum. Ama, dişimizi biraz daha sıkıp, sabretmekten başka yapabileceğimiz hiçbir şey yok. En iyisi bir hafta daha beklemek ve bu iş halledilmezse ona göre ne yapacağımıza karar vermek." diye adamlarını yatıştırmaya çalıştı.

Arkalardan başka bir ses, " Ne yapabiliriz ki?" diye sordu. " Ailelerimiz Konstantinopol'da ve eğer çekip, gidersek Bizans'lılar onlara zulüm eder."

Bunun üzerine ateşin etrafi tekrar karıştı ve herkes yeniden hep bir ağızdan konuşmaya başladı.

Kutluğ bey ellerini havaya kaldırdı ve adamları aralarında konuşmayı bırakıp, dikkatlerini tekrar ona verinceye kadar bekledi.

" Dediğim gibi, bir hafta daha bekleyip, neler olacağına bakalım. Şimdilik yapabileceğimiz başka bir şey yok."

Kısa bir süre sonra kalabalık söylenerek dağılmaya başladığında; yaverlerinden biri yanına yaklaşıp, kulağına, " Siz Andronikos'un yanındayken ava gönderdiğimiz askerlerden biri geri döndü ve önemli haberleri varmış." diye fısıldadı.

Kutluğ bey, " Hemen yanıma getirin." deyip, otağına yürüdü ve içeri girip, sıkıntılı bir şekilde yerde duran eski püskü halının üzerine bağdaş kurdu.

Birkaç dakika sonra, Peçenek lideri, içeri getirilen gence karşısına çökmesini işaret etti ve " Anlat bakalım neymiş önemli haberin." dedi.

Delikanlı hemen söze girdi.

" İki gün önce, ben ve iki arkadaşım kampımızdan bayağı uzağa at sürdük ve avlayacak birşeyler bulabilmek için etrafa bakınmaya başladık. Bir süre sonra uzaktan takip edildiğimizi farkettik ve peşimizdekileri atlatmak için kaçmaya başladık. Ama, daha birkaç dakika bile gidemeden ardımızdaki atlılar etrafımızı çevirdiler ve bize kaçacak bir yer bırakmadılar. Biz kılıçlarımızı çekip, canımızı pahalıya satmaya hazırlanırken; içlerinden biri, bir kargının ucuna asılı beyaz bir bayrakla bize doğru gelmeye başladı.

Süvari yanımıza varınca, " Siz Bizans ordusunda savaşan türk asıllı askerlerdenmisiniz?" diye sordu.

Biz, " Evet, biz türküz." diye cevap verdik.

Atlı, " Liderinize bir mesaj göndersem, diyeceklerimi başka kimseye söylemeden ona iletebilirmisin?" diye sordu.

Biz, " Evet." diye karşılık verdik.

Bunun üzerine, süvari bize durduğumuz yerden biraz ilerideki bir kayalığı işaret edip, " O zaman; komutanınıza, onu şurada bekleyeceğimi ve ona ilgisini çekecek bir teklifim olduğunu iletin." dedi.

Ben bütün cesaretimi toplayıp, " Sizin kimin nesi olduğunuzu öğrenmeden size güvenip, komutanıma bu haberi götüremem. Ya onu bir tuzağın içine çekip, öldürmek niyetindeyseniz?" dedim.

Atlı, " Ben Selçuklu hanı, Alpaslan oğlu Melik şah'ım. Komutanına, eğer bizimle görüşmeye gelirse; ona bir zarar gelmeyeceğine dair şerefim üzerine and içtiğimi söyle." dedi.

Ben, " Kutluğ beye mesajınızı götürürüm. Ama onun buluşmaya gelip, gelmeyeceğini garanti edemem." dedim.

Melik şah'ta " Sen haberimi götür yeter." dedi ve bizi yolumuza gönderdi.

Kutluğ bey, düşünceli düşünceli çenesini sıvazladı.

" Demek Alpaslan oğlu, Melik şah olduğunu söyledi."

" Evet komutanım."

Kutluğ bey, gence," Tamam. Sen dışarı git ve biraz dinlen. Ama fazla uzaklaşma. Sana ihtiyacım olabilir." dedi ve yaverine, " Bütün subaylara haber götür. Hemen yanıma gelsinler." diye seslendi.


MALAZGİRTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin