Nizam ul Mülk, yanındaki üstü başı toz toprak içinde, yorgunluktan ve uykusuzluktan gözlerinin altı morarmış, ayakta bile durmakta zorluk çeken izciyle beraber otağın keçe kapısını aralayıp, Alpaslan'ın huzuruna girdi ve " Delikanlının önemli haberleri var!" dedi.
Alpaslan, karşısında olduğu için heyecandan bir yaprak gibi tir tir titreyen gence baktı ve onu birazda olsa sakinleştirebilmek için yumuşak bir sesle," Adın ne senin yiğit?" diye sordu.
" Bahadır şah'ım."
" Hoşgeldin Bahadır. Görünüşe göre bana diyeceklerin var. Anlat."
Bıyıkları yeni yeni terlemeye başlamış ondört, onbeş yaşlarındaki yeni yetme, kalbi daha önce yüz yüze gelmediği Selçuklu hakanının karşısında olmasından dolayı küt küt atarak lafa girdi.
" Üç gün önce, komutanımın bana emrettiği gibi Erzurum'u çevreleyen tepelerin etrafında devriyeye çıkmıştım. Vakit öğleyi biraz geçince, kayaların arasından kaynayan bir pınarla karşılaştım ve etrafındaki söğütlerin gölgesinde birşeyler yemeye karar verdim. Atımdan inip, onu yakındaki bir ağaca bağladım ve herhangi birşey olursa gözden kaçırmamak için yüzümü Erzurum'dan tarafa dönüp, yanımdaki ekmekle peyniri heybemden çıkardım ve karnımı doyurmaya başladım. Ama daha ağzıma birkaç lokma bile atmamıştım ki; ufuktan üzerinde durduğum tepeye doğru yaklaşan binlerce Bizans'lı farkettim ve hemen bineğimin üzerine atlayıp, tepeye doğru yaklaşanların beni göremeyeceği, ama benim onları kolayca izleyebileceğim bir ağaçlığa saklanıp, aşağıyı izlemeye başladım.
Böylece aradan birkaç saat geçip, güneş ufukta alçalmaya başladığında; bütün yolu ufka kadar dolduran ve bir kara yılan gibi kıvrılıp, bükülerek ilerleyen Bizans askerleri saklandığım tepenin eteklerine vardılar ve etraftan ağaçlar kesip, ateşler yakmaya başladılar.
Bunun üzerine; Bizans'lıların o geceyi orada geçireceklerini anladım ve saklandığım yere iyice büzülüp, iki saat kadar havanın kararmasını bekledim. Farkedilmeyeceğime emin olduktan sonrada nalları ses yapmasın diye atımın toynaklarına bez bağlayıp, tepenin öbür tarafından sıvıştım ve merakla beni bekleyen komutanımın yanına döndüm.
Bahadır derin bir nefes aldı ve gururla göğsünü kabartarak, " Bizim küçük birliğimizde en iyi binici ben olduğum için; çavuşum elindeki bütün yedek atları bana verdi ve " Bu uğurda hayvanları çatlatmak zorunda kalsanda hiç durmadan bu haberı Alpaslan han'a yetiştir." diye emretti. Bende hemen gecenin karanlığında yola düştüm ve hiç durmadan, yanımdaki beş binekten dördünü yorgunluktan ölene kadar sürerek yanınıza geldim." diye sözlerini tamamladı.
Alpaslan, " Aferin Bahadır." diye gülümsedi.
"Şimdi sana birkaç sorum olacak. Hiç heyecanlanmadan sorulara elinden geldiği kadar doğru yanıtlar vermeye çalış."
" Emredersiniz şah'ım."
" Erzurum'dan çıkan bu birliği şehirden ne kadar uzakta gördün?"
" Bir günlük mesafede."
" Kaç kişilerdi?"
Bahadır başını kaşıdı ve utanarak, " Benim sayabileceğimden daha fazla asker vardı." dedi.
" Daha önce düşman ordusunun tamamını yolda gördünmü?"
" Evet şah'ım."
" Sence bütün Bizans'lıların ne kadarı şehirden ayrılan birliğin içindeydi?"
" Yarısından daha azı."
" Bu birliğin kaçı süvari, kaçı piyade idi?"
" Yarısı atlı, yarısı ise yayaydı."
" Ne tarafa doğru gittiklerini bana söyleyebilirmisin?"
" Güneydoğuya doğru ilerleyen ana yolu takip ediyorlardı."
Alpaslan, " Aferin Bahadır. Sana soracaklarım bu kadar. Sen üzerine düşen görevi fazlasıyla yerine getirdin. Şimdi git ve bir şeyler yeyip, dinlen." dedi ve delikanlıyı dışarıya gönderdi.
Genç adam çadırdan ayrılır ayrılmaz; Nizam ul Mülk, " Bizans'lılar ordularını ikiye ayırmış gibi görünüyor." dedi. " Allah bilir kafalarından gene neler geçiyor?"
Alpaslan, " Bir kurnazlık düşündüklerini sanmıyorum. Artık hile hurda için çok geç. Bence bir planları var." dedi.
Nizam ul Mülk, " Ne yapacağız?" diye sordu.
Alpaslan, " Tabiki bu fırsattan yararlanacak ve onları kuvvetlerini ikiye ayırdıklarına pişman edeceğiz ." dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MALAZGİRT
Historical FictionMelik şah kağnıda ne taşındığını görmek için hemen perdeleri aralayıp yukarıya tırmandı ve üçü köşeye büzüşmüş, biri ayakta kızları görünce gülerek, " Ulan sende ne şans var be! Bok çukuruna düşsen her koltuğunun altında bir huriyle çıkacaksın." d...