Alpaslan gözlerini, birbirlerine iyice sokularak, etraflarını tamamen çeviren ve her an üzerlerine saldırmaya hazır Selçuklu'ları korkulu gözlerle izleyen, artık topu topu onbin kişi kadar kalmış Bizans askerleri üzerinde gezdirdi ve bir süre, kimi yaralı, kimi yorgunluktan ayakta duramayacak halde olan düşmanlarını izledikten sonra, " Artık bu uğraşı kaybettiklerini ve elimizden kaçamayacaklarını anlamışlardır. Birilerini gönderin ve onlara, daha fazla kan dökülmesine gerek olmadığını, eğer teslim olurlarsa canlarının bağışlanacağını iletin." dedi.
Hemen gerisinde duran Melik şah, " Ben giderim." diye atıldı ve babasının onu durdurmasına fırsat vermeden atını Bizans saflarına sürdü.
Sökmen ve Ragnar'da yoldaşlarına yetişmek için arkasından bineklerini topuklarlarken Alpaslan'ın dudaklarından bir tebessüm belirdi ve oğlunun arkasından " Dikkat et deli oğlan! Çok yaklaşıp, kendini gereksiz yere tehlikeye atma!" diye bağırdı.
Böylece, üç arkadaş Bizanslı'ların yirmi, otuz metre kadar yanlarına yanaştılar ve Melik şah üzengileri üzerinde yükselip, ciğerlerinin yettiğince, " ARTIK SAVAŞI KAYBETTİNİZ!" diye haykırdı. Söylediklerinin imparatorluk askerleri tarafindan iyice idrak edilmesi için bir, iki saniye bekledikten sonrada, " Direnmeye devam ederek canlarınızı kaybetmenize gerek yok. Alpaslan han, eğer hemen teslim olursanız hepinizin bağışlanacağına garanti veriyor." diye ekledi.
Genç adam sözlerini tamamlar tamamlamaz Bizans saflarına bir ölüm sessizliği çöktü ve aradan birkaç dakika geçtikten sonra Melik şah, önce düşmanlarının aralarında tartışmaya başladıklarını, sonrada sinirlerin gerilip, kılıçların çekildiğini ve birkaç kişinin boğazlandığını gördü.
Böylece aradan bir, iki dakika daha geçip, Bizans'lılar yeniden yatıştıktan sonra, üç arkadaşın tam karşılarından, sarışın, dev yapılı bir savaşçı etrafındaki askerleri ite kaka kendine yol açtı ve birkaç adım ileri çıktı.
Ragnar hemen Melik şah'a eğilip, " Varangian." diye fısıldadı.
Yeşil gözlü, uzun, başak sarısı saçları omzundan sırtına dökülen ve Hama gibi sakalı rengarenk boncuklarla süslü savaşçı, " Bizim, imparatorun canını ne pahasına olursa olsun koruyacağımıza dair edilmiş bir andımız var. Yanında duran Ragnar'ında sana söyleyeceği gibi, eğer yeminimizi tutmazsak tanrımız Odin bizi sonsuza kadar lanetler ve hiçbir zaman Valhalla'ya ayak basamayız." dedi ve eliyle arkasında korkudan tir tir titreyen Bizans askerlerini işaret edip, " Eğer bu kellesi ciğeri beş kuruş etmezler teslim olmak istiyorsa onları esir al. Ama, siz imparatorun canına kast ettiğiniz sürece; biz Varangian'lar, Roman Diyojen'e verilmiş sözümüzü tutacak ve son ferdimize kadar savaşacağız." diye ekledi.
Melik şah, " Sizin gibi cesur ve mert savaşçılardan daha azınıda beklemezdim." dedi. " Ama boş yere hayatlarınızı kaybetmenize gerek yok. Eğer Varangian'lar diğer Bizans askerleriyle beraber teslim olmaya karar verirse, size Selçuklu sultanı Alpaslan han'ın oğlu ve veliahtı Melik şah olarak, efendiniz Roman Diyojen'e hiçbir zarar verilmeyeceğine ve ona bir imparatora yaraşır şekilde hürmet gösterileceğine dair garanti veriyorum."
Genç adamdan böyle bir cevap beklemeyen savaşçı bir an için bocaladı ve biraz düşündükten sonra, " Sözlerinizi Roman Diyojen'e ileteceğim ve ne olacağına o karar verecek." deyip arkasını döndü ve Bizans askerlerinin arasında gözden kayboldu.
Böylece, aradan yıllar kadar uzun hissedilen birkaç dakika geçti ve sarışın savaşçı kalabalığın arasından tekrar dışarı yürüyüp, tok bir sesle," Roman Diyojen onu esir almanızı kabul ediyor ve birazdan yanınıza gelecek." dedi ve lafını tamamlar tamamlamaz canlarının kurtulacağını duyan imparatorluk askerleri arasında bayram havası esmeye başladı.
Bizans'lılar güle oynaya birbirlerine sarılıp, mutlak ölümden kurtuldukları için birbirlerini kutlarken; Melik şah, Sökmen'e dönüp, " Git olanları babama rapor et." dedi ve genç adam bineğini mahmuzlayıp, yanından ayrıldı.
Kısa bir süre sonra, Bizans imparatoru sağ ve sol koltukları altında birer Varangian, sağlam bacağının üzerinde sekerek askerlerinin arasından çıkıp, yavaş yavaş Melik şah'a doğru yürümeye başladığında; Alpaslan atını oğlunun yanında durdurdu ve kan kaybından dolayı yüzü kül rengi, vücudu zırhsız, başı miğfersiz, üstü başı toz, toprak içinde olan yenik hasmının yanlarına yaklaşmasını izledi.
Roman Diyojen, Selçuklu şahıyla aralarında birkaç metre kaldığında; geriye kalan haysiyetini birazda olsa korumak için koltuk altlarındaki iki korumasını yanından uzaklaştırdı ve yaralı ayağını hafifçe yere dokundurup, sağlam bacağının üzerinde dengede durmaya çalıştı.
" Kendimin ve askerlerimin hayatını sizin merhametinize ve mertliğinize emanet ederek size teslim oluyorum ve öne her ne şart sürerseniz kabul etmeye hazırım."
Melik şah hemen Bizans imparatorunun sözlerini tercüme etti ve Alpaslan ordusunun aldığı ağır yenilgiden dolayı omuzları çökük Roman Diyojen'e bakarak, " Gördüğüm kadarıyla yaralısınız. Önce şu anda durduğunuz yere kamp kurup, yaranıza bir baktırın. Teslim şartlarını yarın Malazgirt'te konuşuruz." dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MALAZGİRT
Historical FictionMelik şah kağnıda ne taşındığını görmek için hemen perdeleri aralayıp yukarıya tırmandı ve üçü köşeye büzüşmüş, biri ayakta kızları görünce gülerek, " Ulan sende ne şans var be! Bok çukuruna düşsen her koltuğunun altında bir huriyle çıkacaksın." d...