Vakit öğleyi bir, iki saat geçerken; dört arkadaş üstlerinde Konstantinopol'daki en zengin soyluların bile kıskanacağı cinsten giyeceklerle teknelerin karşıya geçecek insanları beklediği limana doğru yürümeye başladılar ve denizin kenarına yardıklarında; Ragnar müşteri bekleyen kayıklardan birine atlayıp, arkadaşlarına yanına gelmelerini işaret etti.
Bir, iki gün önce Marmara denizini geçerlerken bindikleri gemiyle Ragnar'ın içinde oturduğu şeyi kıyaslayan ve kayık gözlerine, koca bir ırmağa atılmış ceviz kabuğu gibi ufak görünen Sökmen beti benzi atarak, " Bundan daha büyüğünü bulamazmıyız?" dedi.
" Bu minnacık şey bana pekte güvenli görünmüyor."
Ragnar, " Korkacak birşey yok. Yolculuk yirmi dakika bile sürmez. Ayrıca, eğer devrilse bile siz daha boğulamadan başkaları yardıma yetişir. Hadi atlayın." dedi.
Bunun üzerine, Melik şah, Sökmen ve Gökbörü suratları kül rengi sırayla kayığa bindiler ve arkadaşları yerleştikten sonra Ragnar kesesinden bir altın çıkarıp, kayıkçıya uzattı.
" Üstü kalsın."
Adam, hergün sabahtan akşama kadar çalışsa bile ancak iki, üç ayda eline geçecek bütün kazançtan daha fazla değeri olan sikkeyi kapıp, ağzına koydu ve gerçek olup, olmadığını anlamak için ısırdı. Dişleri diğer metallerden daha yumuşak olan altının içine hafifçe gömülünce gerçek olduğunu anladı ve sırıtarak, " Nereye beyim?" diye sordu.
" Perama kapısına."
Kayıkçı hemen tüm gücüyle küreklere asıldı ve küçük tekne yavaş yavaş limandan ayrılıp, denize açılmaya başladı.
Melik şah, Sökmen ve Gökbörü bir süre diken üstünde dursalarda, o gün hava ve deniz sakin olduğu için endişeleri kısa sürede yatıştı ve tekneye vuran küçük dalgacıkların sesini dinleyerek yolculuğun tadını çıkarmaya başladılar.
Böylece aradan on dakika geçip, yolu yarıladıklarında; Melik şah rıhtımdan denize giren ve her halkası bir insan boyundaki demir halkaları farketti.
" O ne?"
Ragnar, " Zincir." dedi ve yola çıktıkları kıyıyı işaret etti. " Bak. Öbür ucuda orda. Şehir saldırı altındayken geriliyor ve düşman gemilerinin içeriye girip, Haliç'ten saldırmaları imkansızlaşıyor."
Melik şah gözleri hâlâ zincirde, " İmkansız diye bir şey yoktur." dedi. " Eğer bir şeyi yeterince istiyorsan her zaman imkansızı başarmak için bir yol bulursun."
Yolun geriye kalanını aralarında konuşmadan etrafı seyrederek alıp, karşı rıhtıma vardıklarında; dört arkadaş tekneden atlayıp, hemen karşılarındaki Perema kapısına doğru yürümeye başladılar ve Ragnar, " İçeri girme işini bana bırakın." dedi. " Siz sadece çok zengin olan ve adi kapı nöbetçileriyle konuşmaya tenezzül bile etmeyecek tacirleri oynayın."
Kapıya ulaştıklarında; kuzeyli, sıraya girmiş içeriye bırakılmayı bekleyen kalabalığa aldırış etmeden, doğrudan tepeden tırnağa zırhlara bürünmüş, bellerinde kısa kılıçlar ve ellerinde uzun kargılarla nöbet bekleyen bir düzine kadar Bizans'lıya doğru ilerledi ve gözleriyle bıkkın görünüşlü askerlerin arasında liderlerini aradı. Komutanın süslü miğferiyle kapının hemen altındaki gölgede oturduğunu farkedince elini beline attı ve avucunun içine birkaç altın saklayıp, yanına yürüdü.
Adam hemen ayaklanıp, " Dur be! Nereye gidiyorsun!?" diye bağırdı.
Ragnar, " Hadi canım. Beni gerçekten tanıyamamış olamazsın." diye sitem edermiş gibi yapıp, etraftakilere çaktırmadan avcunun içini gösterdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MALAZGİRT
Historical FictionMelik şah kağnıda ne taşındığını görmek için hemen perdeleri aralayıp yukarıya tırmandı ve üçü köşeye büzüşmüş, biri ayakta kızları görünce gülerek, " Ulan sende ne şans var be! Bok çukuruna düşsen her koltuğunun altında bir huriyle çıkacaksın." d...