Roman Diyojen uyuduğu kocaman rahat yatağın içinde yavaş yavaş gözlerini açıp, gerindi ve etrafına bakınıp, nerede olduğunu hatırlamaya çalıştı.
Bir iki saniye sonra; dün, ondan üç hafta önce boğazı geçip, Anadolu yakasında onu bekleyen orduya katıldığını ve birkaç kilometre yol aldıktan sonra kamp yapılmasını emredip, General Andronikos ve General Josef'le kafaları çektiğini ve imparatorluk çadırının içinde sızdığını hatırladı. Yattığı yatağı çadırın geri kalanından ayıran kalın perdenin öbür tarafında olduğunu bildiği uşaklarına, " Karnım acıktı. Biriniz bana yiyecek bir şeyler getirsin." diye seslendikten sonra ayağa kalktı ve kafasını kaşıyarak tuvalet ihtiyacını gidermesi için bir kenara konmuş imbiğin yanına yürüdü. Geceliğinin eteklerini toplayıp, şorul şorul işedikten hemen sonra yaverini çağırıp, elbiselerini ve silahlarını kuşanmasına yardım etmesini istedi ve adam savaşmaktan çok gösteriş için olan süslü metal plakaları üzerine geçirirken ağırlıklarından şikayet edip, demircilerin niçin daha hafif zırhlar yapmadıklarından dert yandıktan sonra kabzasına değerli taşlar kakılmış kılıcını beline astı ve çadırı ikiye ayıran perdeyi aralayıp, yan tarafa geçti.
Ortadaki küçük masaya kurulduğunda; yemek getirmeye giden hadım uşak geri döndü ve elinde taşıdığı dolu tepsiyi önüne indirip, birkaç adım geri çekildi.
Roman Diyojen hemen aç kurtlar gibi yiyeceğe saldırdı.
Bu arada bir başka uşak yanına yaklaştı ve " General Bryennios yaklaşık bir saattir uyanmanızı bekliyor." dedi. " Size söyleyecekleri varmış."
Bizans imparatoru, yaşlı komutanın dışarıda beklediğini duyunca iştahı kaçarak yüzünü ekşitti ve " Acaba bu sefer ne hakkında şikayet edecek?" diye söylenerek, " Söyleyin gelsin." dedi.
Uşak hemen dışarı yürüdü ve kısa bir süre sonra yanında Byrennios yeniden içeri girdi.
General çadıra girer girmez hışımla Roman Diyojen'ın kahvaltısını ettiği masaya yaklaştı ve burnundan soluyarak, " Siz buna askeri sefermi diyorsunuz? Üç hafta boyunca yolunuzu gözlettikten sonra sonunda teşrif ettiniz ve tam yola çıkmışken birkaç kilometre bile gitmeden kamp yapılması emri verdiniz. Bu hızla devam edersek; bırakın Alpaslan'ı gafil avlamayı, karşısına bile dikilemeyeceğiz." diye veryansın etti.
Roman Diyojen daha yarısını bile bitirmediği kahvaltının midesinde ekşime yapıp, boğazına doğru yükseldiğini hissetti ve öfkesi kabardı.
" Kiminle konuştuğunuzu unutuyorsunuz herhalde sayın Bryennios. Size, sağlığınız için sakin olmanızı tavsiye ederim."
Biraz fazla ileri gittiğini anlayan rum general sesini yumuşattı ve " Size tekrar söylüyorum. Çok yavaş hareket ediyoruz. Orduyu hızlandırıp, çoktandır egzersiz ve silah talimi yapmamaktan yaklaşan savaşa hazır olmayan askerleri forma sokup, kondisyonlarını arttırmamız ve belkide gün doğumundan gün batımına kadar sürebilecek bir cenge hazırlamamız lazım. Eğer bu durumda Selçuklu'larla karşılaşırsak savaşı kaybedebiliriz." dedi.
Roman Diyojen, " Bence biraz abartıyorsunuz sayın General?" dedi.
" Ordu ve askerler elbetteki savaşa hazır. Ayrıca; bana, Alpaslan ve onun Selçuklu ordusu diye adlandırdığı çapulcu takımını fazla ciddiye almıyormuşsunuz gibi geliyor."
İmparator, Bryennios'un, biraz önceki üstü kapalı tehtidi karşısında korkarak sakinleşmesi yüzünden iştahının yeniden yerine geldiğini hissedip, önündeki tepsiden bir bıldırcın yumurtası aldı ve ağzına attı. Yumurtayı keyifle çiğneyip, yuttuktan sonra ayağa kalkıp, çadırın çıkışına doğru hareketlendi ve önünden telaşla seğirten uşaklardan biri kapıyı ardına kadar açtı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MALAZGİRT
Ficción históricaMelik şah kağnıda ne taşındığını görmek için hemen perdeleri aralayıp yukarıya tırmandı ve üçü köşeye büzüşmüş, biri ayakta kızları görünce gülerek, " Ulan sende ne şans var be! Bok çukuruna düşsen her koltuğunun altında bir huriyle çıkacaksın." d...