Ertesi gün ikindiye doğru, Roman Diyojen başı hâlâ akşam içtiği şarap yüzünden zonk zonk atarak harp divanının yapılacağı odaya girdi ve bir masanın etrafına oturmuş onu bekleyen Bryennios, Andronikos, Basilikes ve Josef'e, " Saygıdeğer generallerim. Şu ana kadar herşey istediğimiz gibi gitti ve Konstantinopol'dan, Erzurum'a kadar olan yürüyüşümüzde büyük bir sorunla karşılaşmadan orduyu buraya kadar getirdik. Artık savaş stratejimize karar vermemizin zaman geldi." dedi.
Selçuklu ordusunu imparatorluğa karşı büyük bir tehlike olarak gördüğü için bir süreliğinede olsa Roman Diyojen'in kuyusunu kazmayı bir kenara bırakmaya karar veren Andronikos söz aldı ve, " Güneyden gelen haberlere göre; düşmanlarımız buralardan çok uzakta ve biz saldırıya başladıktan haftalarca sonra bile bize yetişemezler. Bence ordumuzu ikiye ayıralım ve Alpaslan'ın neler olup, bittiğinden haberi olana kadar Selçuklu şehirlerinden alabildiğimiz kadarını alalım. Hasmınız kendi topraklarına geri döndüğündede yeniden birleşip, üzerlerine yürüyelim." diye önerdi.
Roman Diyojen diğer iki generali ve Antakya düküne, " Siz ne dersiniz?" diye sordu.
Bryennios hemen lafa girdi ve " Bence kuvvetimizi ikiye bölmek iyi bir fikir değil." dedi.
Andronikos öfkeyle yaşlı generale bakıp, " Yine uğursuz ağzını açtı." diye düşündü ve kinayeli bir ses tonuyla, " Büyük generalimiz ne tafsiye ederler?" diye sordu.
Bryennios, Andronikos'a aldırmayıp, " Konstantinopol'dan, Erzurum'a kadar olan yolda hep; Selçuklu'ların yokluğundan faydalanıp, kaybettiğimiz şehirleri geri alacağımıza dair planlar yaptığımızın farkındayım. Ama, her nedense benim içimde sanki bir tuzağın içine yürüyormuşuz gibi bir kuşku var." dedi.
" Ben Erzurum'da kalıp, Alpaslan'i üzerimize çekerek işini burada bitirmek ve ondan sonra Selçuklu şehirlerini almak taraftarıyım."
Andronikos, " Yani, korkaklar gibi Alpaslan'ın gelmesini ve bize saldırmasını beklememizi öneriyorsunuz!" diye parladı.
Bryennios yine rum generali kaâle almayıp, sakince, " Benim düşüncem bu. Ben kendimizi bilinmeyen bir maceraya atmaktansa biraz temkinli olmayı mantıklı buluyorum." dedi.
İki komutanının ağız dalaşı arasında kararsız kalan Roman Diyojen, şimdiye kadar sessiz kalan General Josef'e baktı ve " Siz ne düşünüyorsun?" diye sordu.
Strateji yaratma yeteneği olmadığı için ne yapılacağı konusunda hiçbir fikri olmayan Josef, " İmparatorumuz her zaman için en iyisini bilirler." dedi ve verdiği cevaptan memnun, için için kendini kutladı.
Roman Diyojen bakışlarını Antakya düküne kaydırdı ve Basilikes'te, " Bana bu konuda birşey söylemek düşmez." deyip, oda işin içinden sıyrıldı.
İmparatorun kararsızlığını sezen Andronikos istediğini elde edebilmek için dahada yüklenmeye karar verdi.
" Eğer sayın Bryennios bize onu temkinli davranmaya iten sebebi açıklarsa. Belki onu daha iyi anlayabiliriz?"
Yaşlı general boğazını temizleyip, " Ordu ikiye ayrılmışken bir tuzaga düşmemizden çekiniyorum." dedi.
Andronikos, " Bütün endişeniz bu mu? " diye güldü ve " Herhalde, ikiye ayrılsak ve Selçuklu'lar buralarda olsa bile; her iki kolunda Alpaslan ve yanındaki çapulcu takımını yenebilecek kuvvette olacağını unutuyorsunuz." deyip, hemen ardından Roman Diyojen'e döndü.
" Haşmetmeap size yalvarıyorum. Elimize geçen bu fırsatı tepmeyelim. Zaman cesaret ve saldırı zamanı. Şu önümüzdeki birkaç hafta içinde ne kadar çabuk olursak o kadar iyi ve böyle bir fırsatı bir daha yakalayamayabiliriz. Eğer hızlı davranırsak, Selçuklu'ları gafil avlayabilir ve onlar başlarına ne geldiğini bile anlayamadan bu işi bitirebiliriz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MALAZGİRT
Historical FictionMelik şah kağnıda ne taşındığını görmek için hemen perdeleri aralayıp yukarıya tırmandı ve üçü köşeye büzüşmüş, biri ayakta kızları görünce gülerek, " Ulan sende ne şans var be! Bok çukuruna düşsen her koltuğunun altında bir huriyle çıkacaksın." d...